Dolar (USD)
35.20
Euro (EUR)
36.85
Gram Altın
2972.81
BIST 100
0
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

Düşüncede kestirme olmaz

Osmanlı’da başlayan modernleşme tecrübemiz geriye bakıldığında birkaç yüzyıllık bir zaman dilimini geride bıraktı. Modernleşmenin hızı, içeriği, formları süreç içerisinde değişmiş olsa da, değişmeyen iki nokta hemen önümüzde belirginleşmektedir. Bunlar; acil ihtiyaçların zorladığı anlıksal çözümler ile gelecek projeksiyonlu sağlıklı bir düşüncenin inşasının gerçekleşememesi. İkincisi, gelenekten iktibaslar ve kestirmeden düşünce üretimi ve sentezlemeler ile yansımalarını bulmuştur.

Her halükarda aceleciliğin, bir an önce medeniyet düzlemine yetişme isteğinin bir sonucu olarak “kestirmeden gidiş” istekleri genel olarak tüm bunlara sinmiş görünmektedir.Gerçekten modernleşme tarihimiz bugüne kadar “nefesi tutarak” bir problemin üzerine uzun boyutlu odaklanmak şeklinde gerçekleşmemiştir. Sürekli olarak anlık ihtiyaç ve gereklilikleri kısa süreli halletmek üzere pratikler devreye girmektedir. Dikkatli olarak bu süreç incelendiğinde, aradan üç yüzyıllık bir zaman dilimi geçmesine rağmen bir istisna olmamıştır.

Bu süreç aynı zamanda “düşünce üretimi”nde de kestirmeden gitme durumunu önümüze çıkarmaktadır. Dolayısıyla düşünmenin farklı maddi enstrümanlarını öne çıkararak ve ardından hiçbir emek sarfetmeden üretilmeye çalışılan çıktılar, toplumu uzun soluklu olarak götürememektedir. Düşüncenin tabiri caizse olgunlaşma süreci vardır ki, bu sadece salt bir düşünce üretimi değil çevre ve sosyal faktörlerle de ilintilidir.

Modernliğin Batı’da ortaya çıkışı bu bağlamda okunabilir. Doğrusu müslüman toplumlarda böyle bir okumanın da eksik olduğu gözlerden kaçmamaktadır. Batı’da modernliğin ortaya çıkışı çok boyutlu gelişmelerin bir sonucudur. Bu bağlamda şehirlerin ve ticaretin gelişimi, sermaye birikimi, coğrafi keşifler, Rönesans, Reform, Aydınlanma vb. bu faktörlerden sadece birkaçıdır. Nihayetinde sermaye birikimi de bir toplumda değişimleri zorlar.

Diğer kültürlerle karşılaşma, ister istemez bir toplumun kendisi ve diğeriyle arasında her bakımdan bir karşılaştırma yapması demektir. Bu karşılaştırma bir yüzleşmeye gittiği oranda o toplum için geliştiricidir. Aslında gelişmeye başlayan tüm toplumlar ya da medeniyet daireleri diğerlerine değerek kendilerini inşa ederler.

Fakat burada bir medeniyetin gelişmesinde asıl belirleyici öge, tüm sosyallik, ekonomi, siyasallık ve gündelik hayatı inşa edecek olan düşüncedir. Ortaçağ’dan modern zamanlara geçişte bir kırılmadan bahsediyorsak, bu kırılmayı sağlayan şey paradigma veya bir başka deyişle düşünsel perspektiftir. Kilisenin tahakkümü karşısında insanın kendisine güvenle ontolojik, epistemolojik değişimlerle bir dünya kurma girişiminden bahsetmekteyiz. Nirengi noktası burası olan bu değişimlerin sosyal, ekonomik, siyasal alanlarda yarattığı gelişme ve farklılıklar bulunmaktadır. Özellikle teknolojik alandaki gelişmeler çok hızlı bir şekilde gerçekleşmiştir. Fen bilimleri, tabiat bilimleri, sağlık, sosyal bilimler ciddi gelişmeler kaydetmeye başlamıştır.

Modernliğin kurumsallaşmasına kadar yüzyıllar geçmiş ve bu süreçte üniversiteler, bilimsel araştırmalar desteklenmiştir. Doğrusu Batı’nın bugün hala bu konudaki hakimiyetini devam ettirmesinin temel sebebi de düşünce ve bilimde gerçekleştirilen sürekliliktir. Bu bağlamda üniversite entelektüalitelerin, bilimsel tartışmaların yapıldığı mekanlar olarak gelişmesini sürdürmektedir.

Bugün eğitim ve özellikle üniversite eğitimi konusunda bu bağlamda zafiyet noktaları gözlemlenmektedir. Öncelikle hiçbir emek harcamadan, düşüncenin (tefekkürün) uzun serüvenini gözardı ederek kestirmeden çıktılar elde edilmeye çalışılmaktadır. Bu süreç böyle devam ettikçe, hiçbir mesafe alınamamaktadır. Halbuki modernleşme sürecinin başlangıcından itibaren adım adım bu hedeflere yönelik gerçekleştirimler mümkün olabilirdi. O halde hemen başlamak gerekecek.