Dolar (USD)
34.55
Euro (EUR)
36.02
Gram Altın
2997.35
BIST 100
9466.73
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
08 Temmuz 2021

Düşünce Kuruluşu Deyip Geçmeyin

Zaman zaman yazılı ve görsel medyada, düşünce kuruluşlarının analizlerine rastlamışsınızdır. Öyle ki ülkelerin karar alma süreçlerinde, çeşitli tavsiyelerde bulunan bu araştırma merkezleri, son dönem adlarından çokça söz ettirmekte. Elbette içlerinde objektif olarak, bazı tespitler yapıldığını söyleyebiliriz. Tıpkı geçen ay ABD merkezli Atlantik Konseyi'nin; “son 40 yılda ABD etkisinin hissedildiği ülkelerde, Çin daha etkili olmaya başladı” şeklindeki raporun, GÜNÜMÜZDE SÜREN KAVGANIN NEDENLERİNİ ortaya koyması bakımından ele alınabileceği gibi. Tabi bir diğer Avrupa menşeili düşünce kuruluşu CEPS’in; “Türkiye’nin stratejik etkisinin arttığını belirtilerek, Türkiye’yi, daha kapsayıcı eylemler ile Avrupa’ya demirleyen bir ülke haline getirmek” üzerine hazırladığı rapor da, bu kavgada bizim KONUMUMUZU ve KARŞILAŞTIKLARIMIZI özetlemesi açısından önem arz etmekte…

Görüleceği üzere yukarıda iki farklı merkezin yayınladığı raporun, burada defalarca bahsettiklerimizi doğruladığı kesinlikle tartışılmaz. Zira adına ister Batı deyin, ister Atlantik İttifakı yahut ABD, dünya üzerinde KÜRESEL İKTİDAR ALANLARININ DARALDIĞINI ve bu dar alanda, güçlerini AYAKTA TUTMAYA çabaladıklarını birçok kez bizler de yazmıştık. Bu minvalde sermayeden enerjiye, teknolojiden uluslararası projelere kadar, bir ABD-Çin savaşını, arkalarına aldıkları unsurları, stratejilerini ve enstrümanlarını, artık çocukların dahi idrak ettiği bir vakıa. Türkiye’nin de söz konusu bu kırılmada, TAMAMEN KİMSEDEN YANA TAVIR ALMAYARAK, fırtına denizde adeta kendine bir “HÜDAİ YOLU” çizdiğini ise bizi okuyanlar hemen hatırlayacaktır. O yüzden kimisinin Türkiye’yi yanlarına almak adına, CEPS’in raporuna yansıdığı gibi “KAZAN KAZAN” temelli, iyi ilişkiler geliştirmek istemesi gayet normal karşılanmalı. Fakat kimisinin de eski alışkanlıkları olan baskı, yaptırım, ambargo, algı, terör vs. hususları, bir ŞANTAJ ARACI şeklinde üzerimizde uyguladığı da şüphesiz.

Şimdi “yine mi dış güçler” deyip, geçmeyin sakın… Zira ABD merkezli BROOKİNG Enstitüsünün Şubat raporunda, Türkiye’ye dönük yazılanları okuyunca, sizlerin de bana hak vereceğinizden eminim. Keza “yeni seçilecek hükümetin, Batı ile bağları yeniden tesis edebileceği, Washington’un da bunun için Türkiye iç siyasetine yönelik baskıyı sürdürmesi gerektiğinin” tavsiye edilmesi, fazla söze hacet bırakmayan cinsten seyrediyor. Hatta TÜRKİYE’YE BASKIYI ÇEŞİTLENDİREREK, “Doğu Akdeniz’de geri adım attırma” faaliyetlerine ilişkin ifadeleri ve türevleri de cabası… Lakin burada geçen; “yeni seçilecek hükümetin, Batı ile bağları yeniden tesis edebileceği” ibaresi oldukça manidar. Kaldı ki Batı ile ilişkilerini belli kıvamda sürdürmekten öte, “KAYITSIZ ŞARTSIZ SÖZ DİNLEYEN” bir Türkiye arzusu taşıdıkları başka nasıl açıklanabilir ki?

Peki, bu gerçekleşirse şayet, ne olur derseniz? Batılı güçlerin, dizginlerini ellerinde tuttuğu sermayeyi, GERİ DÖNMEK KOŞULUYLA, bir süreliğine ülkemize akıtması kuvvetle muhtemel… Karşılığında da “D. Akdeniz’den, Libya’dan, K.Irak ve K. Suriye’den, ASKERLERİMİZİ ÇEKMEK isterler mi” sorusu, hemen aklımıza gelmiyor sayılmaz. Şöyle ki bu durumda, Türkiye’nin; enerji kaynaklarından pay almaması, kurmak istedikleri PKK/YPG koridoruna kapı aralanması ve terör ile meşgul edilip, enerjimizin içeride harcanması mümkün olacaktır. Bu doğrultuda gelecek diğer taleplerinin ise; Türkiye’ye stratejik güç veren, Kanal İstanbul Projesini engellemek; petrol/gaz sondajlarını durdurmak; Savunma Sanayi yatırımlarını azaltmak; Ayasofya’yı eski haline getirmek; başörtülülere yönelik, “KAMUSAL ALAN” ruhunu canlandırmak ve demokrasi söylemleriyle, parlamenter sisteme dönerek İSTİKRARSIZ bir ortam sağlamak, İHTİMAL dâhilinde görülebilir.

Evet, bu kısma kadar yapılan değerlendirmelerin, raporların satır aralarından yansıyan bir projeksiyon hükmünde olduğu muhakkak. O nedenle düşünce kuruluşu deyip geçmemek lazım. Çünkü buradan dersler çıkarmak ve ona göre yön belirlemek elzem. Nitekim onların ne dediğinden ziyade, bizlerin ne yaptığı BELİRLEYİCİ OLACAKTIR son kertede. Belki bedel ödüyoruz/ödeyeceğiz de. Takdir edersiniz ki Selçuklu’dan, Osmanlı’dan ve Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana, atalarımızın tarihi yürüyüşüne karşı duranların olduğu da malumunuz. Ama dedelerimiz gibi bizlerde, hedefteki “TAM BAĞIMSIZ BÜYÜK TÜRKİYE” idealinden, zerre ZAAF göstermemek zorundayız. Yoksa Nene Hatunların, Şerife Bacıların, Seyit Onbaşıların, Ömer Halisdemirlerin yüzüne nasıl bakarız. Öyle değil mi…?