Düşünce, kültür ve siyaset
İnsanın hem beden hem de zihin olarak muhatap olduğu sosyal,
siyasal, kültürel, ekonomik, düşünsel vb. alanlar, elbette hem birbirleriyle
yakın ilişkilerinde hem de etkileşimlerinde holistik bir bütün oluştururlar.
Bir başka deyişle, bu alanların hepsinin insanda karşılıklarının olması ve
insanın da düşünme ve hareket tarzlarında bu etkileşimi dışa yansıtması söz
konusudur.
Bu bağlamda siyasetin ve siyasal hareket tarzlarının düşünce
biçimlerinden ekonomiye kadar etkisi yanında, düşünce dünyasının da siyaset
etme tarzı ve teoriler olarak siyaset etme biçimleri ve ekonomiye etkileri
vardır.
Bu aralar gündemde eğitimde baştan aşağı reform ile fikirsel
ve kültürel iktidar meselesi yeniden konuşulmaktadır. Ben bu yazıda ikincisini
ele alacağım. Öncelikle şu temel yargıyı ortaya koyalım (ki bunu herkes
bilmektedir): Fikirsel ve kültürel iktidar siyasal iktidarla belirli ortak
paydalara sahip olsa da (güven, kabul vb.) siyasetin kullandığı güç
enstrümanlarıyla inşa edilemezler. Düşünce ve fikirler gücünü toplumsal kabul
ve gerçekliklerle mütekabiliyetlerinden alırlar.
Söz gelimi; bugün tüm dünyada egemen olan bir Batı kültürü
ve hayat tarzından bahsediyoruz. Bu kültür, temellerini Rönesans’tan alıp
bugüne gelinceye kadar farklı uğrak noktalarından geçerek mevcut formunu
kazanmıştır. Bu kültür ve hayat tarzının arkasında güçlü siyasetleriyle bir
Avrupa ve Amerika vardır. Bu siyasal güç aynı zamanda onun kültürü ve fikri
arka yapısını da korumaktadır. Yalnız bu koruma, belli bir safhadan sonra
olmuştur.
Fakat burada bir nüansa özellikle değinmeliyiz. Bugün
Batı’nın kültürel ve fikri egemenliği sadece siyaset ile korunmamaktadır.
Esasen Batı’nın gücü bugün varolan düşünce ve fikir üretimi, hareketleri,
üniversiteler, serbest düşünme, eleştirme ve tartışmadan gelmektedir.
Dolayısıyla fikri ve kültürel hareketlerdeki süreklilik, aynı zamanda Batı’nın
hem siyaseten hem de kültürel anlamda egemenliğinin sürmesindeki en temel
faktördür. Şayet bu siyasetlerin arkasındaki düşünce üretimi ve fikirsel
tartışmalar kesilirse, Batı’daki siyaset ve ekonomide de zayıflıklar
başgösterecektir. Batı’nın egemenliğini sürdürmesindeki en önemli pay, düşünsel
ve fikirsel temeller ile tartışmalardır.
Türkiye’de çok kuvvetli bir siyaset ve devlet geleneği
vardır. Elbette devlet alacağı kararları itibarıyla toplumlardaki yönsemeleri
belirler. Ancak fikirsel ve kültürel anlamdaki gelişmelere yer açabilmek
açısından devletin iki şeyi yapması gerekmektedir. Birincisi, sivil alanı
genişleterek toplumun alttan gelecek sivil faaliyetlerine zemin açmak. Bu,
büyük oranda güvenlik sorunu çerçevesinde ele alınmakta, zaman zaman buna
yönelik gelişmeler zayıf kalmaktadır. İkincisi, fikirsel ve kültürel zeminin
güçlenmesi maksadıyla bir yandan düşünce, fikir üretimi ve tartışmalarının
özgürce yapılmasının önünü açmak, diğer yandan üniversiteleri bu yönleriyle
güçlendirmek.
Daha önce bir başka yazımda metaforik bir anlatımla konuyu
analiz etmiştim. Doğrusu siyaset ile düşünce ve fikir arasındaki ilişkiyi
anlamak için bir piramit düşünelim. Bu piramidin en alt geniş kısmı fikir,
düşünce ve kültürdür. Giderek daralan üst kısımlarında ekonomi, siyaset vb.
alanlar vardır. Piramidin sağlıklı hareketini sağlayan şey; alt geniş kısımdaki
düşünce ve fikirlerdir. Dolayısıyla bu hareketin devam etmesi alt kısımdaki düşünsel
ve fikri tartışmaların canlılığına bağlıdır.
Fakat piramidi ters döndürerek onu yürütmeye çalışmak
sağlıklı bir yaklaşım olmasa gerektir. Çünkü teorik veya pratik bütün
siyasetlerin neticede bir teori, fikir ve düşünceden beslenmeleri gerekir.
Burada doğru tercihlerin olması bütün çeşitliliğiyle farklı fikirlerin
tartışılmasından geçer. İnsanlar da bu düşünce çeşitliliği içinden gerçekliği
yani dış dünyada karşılıkları olanları benimseyeceklerdir. Bir düşünceyi egemen
kılan şey, mümkün olduğunca çok insanın onu kabullenmesidir.