Dolar (USD)
35.00
Euro (EUR)
36.55
Gram Altın
2944.95
BIST 100
0
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

Düşünce, kültür ve siyaset

İnsanın hem beden hem de zihin olarak muhatap olduğu sosyal, siyasal, kültürel, ekonomik, düşünsel vb. alanlar, elbette hem birbirleriyle yakın ilişkilerinde hem de etkileşimlerinde holistik bir bütün oluştururlar. Bir başka deyişle, bu alanların hepsinin insanda karşılıklarının olması ve insanın da düşünme ve hareket tarzlarında bu etkileşimi dışa yansıtması söz konusudur.

Bu bağlamda siyasetin ve siyasal hareket tarzlarının düşünce biçimlerinden ekonomiye kadar etkisi yanında, düşünce dünyasının da siyaset etme tarzı ve teoriler olarak siyaset etme biçimleri ve ekonomiye etkileri vardır.

Bu aralar gündemde eğitimde baştan aşağı reform ile fikirsel ve kültürel iktidar meselesi yeniden konuşulmaktadır. Ben bu yazıda ikincisini ele alacağım. Öncelikle şu temel yargıyı ortaya koyalım (ki bunu herkes bilmektedir): Fikirsel ve kültürel iktidar siyasal iktidarla belirli ortak paydalara sahip olsa da (güven, kabul vb.) siyasetin kullandığı güç enstrümanlarıyla inşa edilemezler. Düşünce ve fikirler gücünü toplumsal kabul ve gerçekliklerle mütekabiliyetlerinden alırlar.

Söz gelimi; bugün tüm dünyada egemen olan bir Batı kültürü ve hayat tarzından bahsediyoruz. Bu kültür, temellerini Rönesans’tan alıp bugüne gelinceye kadar farklı uğrak noktalarından geçerek mevcut formunu kazanmıştır. Bu kültür ve hayat tarzının arkasında güçlü siyasetleriyle bir Avrupa ve Amerika vardır. Bu siyasal güç aynı zamanda onun kültürü ve fikri arka yapısını da korumaktadır. Yalnız bu koruma, belli bir safhadan sonra olmuştur.

Fakat burada bir nüansa özellikle değinmeliyiz. Bugün Batı’nın kültürel ve fikri egemenliği sadece siyaset ile korunmamaktadır. Esasen Batı’nın gücü bugün varolan düşünce ve fikir üretimi, hareketleri, üniversiteler, serbest düşünme, eleştirme ve tartışmadan gelmektedir. Dolayısıyla fikri ve kültürel hareketlerdeki süreklilik, aynı zamanda Batı’nın hem siyaseten hem de kültürel anlamda egemenliğinin sürmesindeki en temel faktördür. Şayet bu siyasetlerin arkasındaki düşünce üretimi ve fikirsel tartışmalar kesilirse, Batı’daki siyaset ve ekonomide de zayıflıklar başgösterecektir. Batı’nın egemenliğini sürdürmesindeki en önemli pay, düşünsel ve fikirsel temeller ile tartışmalardır.

Türkiye’de çok kuvvetli bir siyaset ve devlet geleneği vardır. Elbette devlet alacağı kararları itibarıyla toplumlardaki yönsemeleri belirler. Ancak fikirsel ve kültürel anlamdaki gelişmelere yer açabilmek açısından devletin iki şeyi yapması gerekmektedir. Birincisi, sivil alanı genişleterek toplumun alttan gelecek sivil faaliyetlerine zemin açmak. Bu, büyük oranda güvenlik sorunu çerçevesinde ele alınmakta, zaman zaman buna yönelik gelişmeler zayıf kalmaktadır. İkincisi, fikirsel ve kültürel zeminin güçlenmesi maksadıyla bir yandan düşünce, fikir üretimi ve tartışmalarının özgürce yapılmasının önünü açmak, diğer yandan üniversiteleri bu yönleriyle güçlendirmek.

Daha önce bir başka yazımda metaforik bir anlatımla konuyu analiz etmiştim. Doğrusu siyaset ile düşünce ve fikir arasındaki ilişkiyi anlamak için bir piramit düşünelim. Bu piramidin en alt geniş kısmı fikir, düşünce ve kültürdür. Giderek daralan üst kısımlarında ekonomi, siyaset vb. alanlar vardır. Piramidin sağlıklı hareketini sağlayan şey; alt geniş kısımdaki düşünce ve fikirlerdir. Dolayısıyla bu hareketin devam etmesi alt kısımdaki düşünsel ve fikri tartışmaların canlılığına bağlıdır.

Fakat piramidi ters döndürerek onu yürütmeye çalışmak sağlıklı bir yaklaşım olmasa gerektir. Çünkü teorik veya pratik bütün siyasetlerin neticede bir teori, fikir ve düşünceden beslenmeleri gerekir. Burada doğru tercihlerin olması bütün çeşitliliğiyle farklı fikirlerin tartışılmasından geçer. İnsanlar da bu düşünce çeşitliliği içinden gerçekliği yani dış dünyada karşılıkları olanları benimseyeceklerdir. Bir düşünceyi egemen kılan şey, mümkün olduğunca çok insanın onu kabullenmesidir.