Düşman sahibi olmak kader midir?
İnsan, sürekli düşman üreten bir varlıktır. Daha doğrusu, insan, sürekli olarak diğer insanları kendine düşman haline getirmektedir. İnsan, diğer insanları kendisine düşman haline getirmeden yaşayamayacağı şeklinde derin bir yanılgı ve yanılsama içindedir. Kişi, insanların din, dil, ırk, ideoloji, coğrafya, kabile, cinsiyet ve renk gibi farklılıklarından dolayı kendisine düşman olduğunu vehmetmektedir. Farklı olanın düşman, benzer ve aynı olanın ise dost olduğu şeklindeki bir kurgu, insanlığımızı zehirlemekte ve tüketmektedir.
Ekmeğe, havaya ve suya ihtiyaç duyduğu kadar diğer insanları ve varlıkları düşman olarak konumlandırmaya ihtiyaç hisseden insanlar için, düşmanın olmadığı bir hayat mümkün değildir. Düşmanlara sahip olmak, bir tercih değil, hayatın olmazsa olmaz bir zorunluluğudur. Başka bir ifade ile bu yaklaşıma göre düşman, kaderdir. Düşmanın kader olarak görülmesi, hayatta huzuru ve barışı imkansız hale getirmektedir. Düşmanın kader olarak görülmesi, insanları ve toplumları, bir savaş meydanından ötekine savurmakta, it dalaşlarının sonu gelmemekte, zafer, işgal ve yıkım arzusu bir türlü tatmin olmamaktadır.
İnsanın düşman sahibi olması, aslında kader değildir ve doğal değildir. İnsan, değişik gerekçelerle kendisine düşmanlar yaratmaktadır. İnsan, ezeli ve ebedi düşmanlara sahip olduğunu büyük ölçüde toplumdan, kültürden ve tarihten öğrenmektedir. Daha doğrusu, toplum, tarih ve kültür kişiye, çok erken yaşlardan itibaren sayısız düşmanı olduğu yanılsamasını gerçek olarak dayatmaktadır. Yaratılan yapay düşmanlar uğruna insanlar ve toplumlar, birbirlerinin kuyularını kazmakta ve birbirinin sonunu getirmek için bütün enerjilerini, bilgilerini ve birikimlerini harcamaktadırlar.
İnsanın asli düşmanı, diğer insanlar değildir. Diğer insanları düşman olarak sunan her türlü söylem, alışkanlık, uygulama, anlatı, eğitim ve kültür, insanın asıl düşmanıdır. İnsanı insana düşman eden kültür, insanın gerçek düşmanıdır. İnsanın insana düşmanlığı son bulmadıkça, insanlığın huzura ve barışa ermesi mümkün değildir. İnsanın insana düşmanlığı devam ettiği sürece yeryüzünü ıslah etmek asla mümkün olmayacak, yeryüzünde fesat ve fitne hükmünü icra etmeye devam edecektir.
İnsan, savaşmayı, yıkmayı ve çatışmayı çok iyi bilmektedir. Savaşı, şiddeti ve çatışmayı amaç edinmiş insanlık, büyük ordulara, silahlara, tekniklere ve teknolojilere sahiptir. Savaş, şiddet ve çatışma üreten hayat tarzları, kültürler, inançlar, tarihler, kimlikler ve ütopyalar üretme konusunda da insan, çok başarılıdır. İnsanın bilmediği şey, barıştır. Savaşlarla ve şiddetle övünen insanlık, barışa sahip çıkmayı zayıflık ve acizlik olarak görmektedir. Herkes, savaşı ve zaferi sahiplenme konusunda birbiriyle yarışmasına rağmen, barış için çaba gösterme konusunda ise kimse kılını kıpırdatmamaktadır. Barış, her zaman yetimdir.
Barış için insanı tanımak ve anlamak lazımdır. İnsanı tanımak için felsefeye, bilime, ahlaka, sanata ve maneviyata ihtiyaç vardır. Hayata ve insana sanatla, felsefeyle ve bilimle yaklaşmayanlar, silah, şiddet, kan ve savaş vahşetinin içinden bir türlü çıkamazlar. Savaşı ve şiddeti yüceltenler, insanı tanımak yerine, düşmanı yenmek için düşmanı tanımaya bütün enerjilerini seferber ederler. Düşmanı yenmek için düşmanı tanımak, hayatın israf edilmesinden başka bir şey değildir. Kişinin huzuru, mutluluğu ve refahı bulması için ilk önce kendisini tanıması ve anlaması lazımdır.
Kendini tanımak için, insanın insana düşman olmaktan vazgeçmesi gerekmektedir. Gereksiz ve verimsiz nedenlerden dolayı insanları ve toplumları düşman olarak kurgulamak, bizi insanlığımızdan soyutlamakta ve ucube bir varlık haline getirmektedir. İnsanın, her türlü durumda kendisini yenilemeye ve değiştirmeye ihtiyacı vardır. Kendini yenilemeyen ve değiştiremeyen insanlar ve toplumlar, savaşlara, ölümlere ve cinayetlere sığınırlar. Geçmişin savaşlarına ve çatışmalarına sığınmak, insanlığa atalet, sefalet, cehalet ve donmuşluktan başka bir şey getirmemiştir.
Ölüm kapımıza gelip dayanmadan barışta, refahta, hukukta ve ahlakta buluşmanın yolunu bulmaya çalışmalıyız. Kadın cinayetleriyle sarsıldığımızda, insan hayatını koruyup kollamanın gerekliliğini sosyal medya kanallarından haykırıyoruz Temmuz ayında kırka yakın kadının öldürüldüğü bir tablo karşımızdadır. Barış, kayıtsız şartsız insan hayatını koruduğumuzda gerçekleşebilecek bir durumdur. İnsan hayatının korunmadığı, değersizleştiği ve her an ortadan kaldırıldığı bir ortamda övünebileceğimiz bir kazanımımız yoktur.
Allah, insanlığı Barış Yurdu’na (Dar’us Selam) (Kuran, 6:127) davet etmektedir. Barış Yurduna davet, hayata, insana ve doğaya yatırım yapmayı ve onları korumayı gerektirmektedir. Yapay konumlarımızı kaybetmeme adına savaşta ve şiddette ısrar etmek, bizi Barış Yurdu’na değil, cehennem dolu bir hayata sürükleyecektir. İnsan hayatını koruyacak ve geliştirecek barışın kurulması için bütün sahte konumlardan ve sahipliklerden vazgeçme şeklinde yeni bir aydınlanmayı ve olgunlaşmayı gerçekleştirmek, günümüzün acil ihtiyacıdır.