Düş ve Gerçek
Kırlangıç kanadı. Bahar dalı. Yaprak kımıltısı. Hayıt kokusu. Pamuk tarlaları. Ve bir bulanık çağ. Ve şafak üzerimize çöker tüm hinliğiyle... “İhtiyar” bir aşk mahcubiyetiyle…
Ve buharlaşan hüzün bulutlarından kelimeler dökülür bir şairin bağrına…
Hangi olasılığa mahkûm edildik biz? Hangi aşkın ma’dunu kılındı yüreğimiz? Yıldızsız sabahı olmayacak uzun gecelerde yazılan alın yazgılarımızla biz.
Ayaklarımızdan tepemize doğru tırmanan, saldıran sanrılarımız, acılarımız… Rahatsız mısın? Hayır!
Çürümüş çorak yüreğimin pıhtılaşmış yalnızlığında, gülümseyen titrek dudaklardan göğe yükselen şarkıları arıyorum. Belki de hayal ediyorum. Belki de bir Modigliani serkeşliğiyle… Tam da bu.
Hepimiz arıyoruz. Hepimiz. Hepimiz bu ruh kuruluğuna mahkûm edildik, bu çılgın, acıması olmayan çağda.
Ödünç alacak bir sessizlik bile kalmadı. Zifiri karanlık bile çekiyor kendini. Sakınıyor bizden.
İstediğin kadar ayak izlerini silmeye çalış. Sırtına yüklenmişsen çarmıhını, yol almak mecburiyeti var Golgota’ya. Ah, kalbin o zahmetli yollarında.
Kendi çarmıhını taşıyan insanoğlu, bundan sonra Hangi Hira teskin eder artık seni? Nerede efendimiz? Hangi iklimin esintisi o?
Umut mu dediniz?
Oysa bağrı nesteren kokan yüreklerin perdahında dahi artık umut kalmamıştır. Nerede bağrından çiçekler fışkıran o şairler? Nereye kayboldular? Pişmanlıkları ve gözyaşlarını arayan dertli insanlar nerede kaldı?
Dilini ateşe değdirebilecek cesarette kaç âşık kaldı dünyada? Yarı ak saçlarıyla ufukları delerim sanıyor insan. Ne acemice, ne aceleci, ne küstahça.
Üstelik bağrındaki sis perdesini aralamadan; arınmadan. Hani katharsis? Bu kadar kolay mıydı?
“Acı çekiyorum Madam, size dokunamamaktan.” “Rüzgâra dokunabiliyor musunuz ki, Mösyö?” kıvamında “gecenin sessizliğini içine çeken yürekleri” arıyor gözlerimiz. Hangimiz gecenin sessizliğini içine çekecek derecede aşkın sükûtunu yaşıyor?
Evet, gül ancak bir yürekte kırmızılaşır. Kırmızılaşacaksa… Mühürlenmiş zamanın kabuk bağlayan yaraları ancak böyle iyileşir.
Gül tadında. Bahar dalında. En başında… En başında… En başında…
Olur mu? Mevsimin kendisi olmak. Esintinin. Meltemin. Kendi olmak. Ne zor bir meşakkat bu. Acayip, kocaman bir yürek gerektirir bu. Ve kocaman gözler…
Bir ikindi mayhoşluğu yaşıyor insanlık. Dağ gibi yükü omuzlamış âşıkların masumiyeti olmasa defterini düreceğimiz bir çağ aslında bu. Hak etmiyor ki esasen.
Çok mu erken geldik varılacak yere ey, sevgili! Hangi anlaşılmaz, karmaşık duyguların mahsulüyüz biz. Neden kurşuna dizilen çiçeklerin haykırışını andırıyor bakışların? Hangi karanfil kokusu düşlerde aramalıyım senin yazgını?
Delişmen duygularını hangi keman notası getirir ervahı ezelden?
Aşkın, sükûtun, gözlerindeki derinliğin, mana ikliminin estirdiği rüzgâr; hangi evresine denk geliyor bu çağın?
Dağ çilekleriyle serpilen yaban mersini esintilileri hangi iklimin habercisi acaba?
İnsanın bağrına sinen toprak kokusunu daha iyi hissedebildiği bir evre bu. Binlerce yılın kayası hangi sebeple yarılır? Bilemem ki? Kırlangıç kanadında saklı alın yazgısı nasıl açık eder insanı? Bundan da emin değilim.
Duymak mı? Evrenin damıtılmış ruhu olmasın bu? Cilası mıydı acaba insan? İnsan kalmak için yegâne sebep. Sebebim olur musun ey sevgili? Sebebim…
Körün hangi karanlıkta yüreği aydınlanır sevgili? Sağır, uğultuyu, çağrıyı hangi sebepten ötürü duyar?
Bazen susar ve beklersin. Çağın sızısını hissedersin. Duyarsın iliklerinde… Lakin bir çift göz gelir “anlık” diye ömre bedel olur bu… Ve içinde sen olursun. Olur musun sevgili?
Yazgı mı denir buna? İnsanoğlu hangi şaşkınlığa gebedir? Bin beş yüz yıldır…
Ve sonra kül rengi, delişmen kızların hayalleri süsledi dünyayı. Çopurlaşmış yüzlerin, menekşe hayallerin hatıraları belirerek… Biraz “ah” biraz “esinleme” ve biraz da düşen yaprak misali sonbahar ikliminin getirdiği umut.
Neden kasıyorsunuz hayatı? Bir an gelir bir çift gözün baktığı bir uçurumun kenarından kendinizi bırakırsınız ebabil gibi.
Sonra bir melek gelir armağan gibi sizi alır yıldızlara taşır. Ve siz begonvil rengi bir hayatın, Ege sahillerinde melteme karışan bir duygunun parçası olursunuz. Yoksa olmaz mı sanıyorsunuz?
Ruhun kendini ifade etme yetisini yitirdiği bu karmaşık çağda bir begonvil çiçeğinin yaprağında bulamaz mısınız kendinizi? Bulun.
Rahminden ölü bakışlar fırlatan şöyle bir zamanda bir bahar dalına tutunun. Bir bahar dalına…