Dolar (USD)
34.57
Euro (EUR)
36.00
Gram Altın
3017.21
BIST 100
9549.89
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
22 Ağustos 2023

​Düş vagonları -1-

Postun kıllarını saymak

Çocukken kıymetini bilmesek de; harika donanım olan beyin, hafızada hatıra biriktirir… İnsan gergin ve moralsiz zamanlarında ve başını dinlemek için yalnız kaldığında beyin bir psikolog olup, hafızanın kapısını açar, güzel hatıraları konuşturarak, o olumsuz anlardan uzaklaştırır. Hafıza odasında, hatıralar bizi tedavi eder... Yeter ki hatıraların hatırını bilelim ve dengeyi de elden bırakmayalım, zira kâinat ve her şey denge üzerinedir…

Annemin babası Zakir dedem, İslam şairi; Mehmet Akif’e de çok benzerdi. Rahmetli Zakir dedem, çok muhterem ve şefkat dolu bir insandı. O zamanlar, dedem Erzurum’un yaşayan ve üreten son tarakçısıydı. Manda boynuzundan ve ağaçtan yaptığı şimşir taraklar çok beğenilirdi… Her kadının çeyiz sandığında dedemin el yapımı taraklarının olduğunu çok kimselerden işitmişizdir... Hatta bazı sakallı dedeler, cebinden çıkardığını göstererek:

“Bak! Bu senin dedenin yaptığı taraktır…” dediklerine de şahit olmuşumdur.

Dedem, anneannemin genç yaşta vefat etmesinden sonra hiç evlenmemiş; annemi ve iki dayımı büyüterek anneannemin hatırasına da sahip çıkmış biriydi. O zaman ki şartların öfkeli hale getirdiği insanların içinde, dedemin sakinliği ve efendiliği çocuk olduğum halde, çok dikkatimi çekmiştir. Risale-i Nurlarda: Dağların tarak gibi havayı temizleme bahsi gibi; sanki tarakçılık mesleği de dedemin iç âleminde, tüm olumsuzlukları taramış; sakin ve şiir gibi bir insan haline getirmişti... Sessiz ve konuştuğu zaman dinlenen muhteşem bir insandı. Sonraki yıllarda İstanbul’da gazetede çalıştığım dönemlerde orta yaş üzeri Erzurum’lu tanıştığım bir çifte tarakçı Zakir’in torunuyum dediğimde beni tanımaları çok daha kolay olmuştu… Allah makamını cennet etsin.

Düşüncelerim bugünden o günlere Tayy-i Zamân yaptığı vakit, dedemin mütebessim yüzüyle karşılaşırım ve düş vagonlarından bir düş, pırıl pırıl parlayarak, o hatırayı hatırlatır: Henüz okula başlamamıştım ve Ramazan ayı idi. Dedem bana:

“Oruç tutarsan, sana iftarlık alacağım.” Diyerek, şevke getirip, oruç tutmamı sağlamıştı. Saatler ilerleyip, huysuzluk yapmaya başlayınca seccadesi olan postu gösterip:

“Otur, postun kıllarını say! Eğer sayarsan sana 25 kuruş vereceğim…” demişti. Bende oturup, ciddi ciddi saymaya başlamıştım. Kim bilir bildiğim rakama kadar olanı kaç kez tekrarlamıştım. Hem yorulmuş, hem de çok acıkmıştım. İftar topunun ve Taşmescit Camii’nden gelen ezan sesi ile başımı posttan kaldırmıştım. Annemin ve yengemin hazırladığı Erzurum’da Ramazan sofralarının vazgeçilmezi ve Erzurum’a özgü Kıymanın buram buram kokusuyla sofraya oturmuştuk. Hatırlarımda: O Erzurum Kıyması nefis kokusunu iftar topundan önce burnumuza atardı ve nasıl da ezanı sabırsızlıkla beklerdik… Erzurum Kalesi dedemlere ve bizim tek odalı evimize çok yakın olduğu için top sesi en coşturucu haliyle gelirdi…

O günlerin, düş vagonundan başını uzatan hatıra; dedemin postun kıllarını saydırması ve dedemlerin evine yakın komşu çocuğun buharla çalışan oyuncak trenini çalıştırdığında raylar üzerinde ilerlemesini merakla izlediğimde, dokunma isteğime, çocuğun babasının kızgınca bakıp:

“Dokunma!” demesiydi.

Düşünüyorum: Yaramazlık ya da huysuzluk yapıldığında, Rahmetli Zakir dedemin 10 – 25 kuruş karşılığında postun kılını saydırması, güzel bir taktikti ve bizleri oyalıyordu da. Belki de o postun kıllarının saydırılması dervişin tekkede seyr-ü sülüküne ve terbiyesine katkı sağlamak gibiydi. Azarlamadan, dayak atmadan, onur kırılmadan terbiye… Tek görünen postta, her kıl bir âlem ve bildiğin kadar sayıyı defalarca sayıp, âlemden âleme geçmek… Bizler de kendi torunlarımıza âlem postunda ki yıldızları saydırabiliriz… Zaten şehrin ışıkları yüzünden ancak tebessümü büyük birkaç on kadar yıldız görünebilir. Aslında bizim torunların işi daha kolay; görünen yıldız az olduğu için postun kılına göre daha rahat sayabilirler ve çok daha kolay terbiyeden geçebilirler…

İster postun kılı olsun, ister yıldız saydırmak olsun, bir şeyleri saymak güzeldir... En azından; büyükleri saymayı öğretti, sabrı öğretti, çokluk içinde boğulmamayı öğretti. Küçükte olsa verilen emeğe bir karşılık olması gereğini öğretti… Emeğin karşılığını öğrenen çocuklar, ilerde emeğin karşılığını unutmazlar…