Düş vagonları -1-
Postun kıllarını saymak
Çocukken
kıymetini bilmesek de; harika donanım olan beyin, hafızada hatıra biriktirir… İnsan
gergin ve moralsiz zamanlarında ve başını dinlemek için yalnız kaldığında beyin
bir psikolog olup, hafızanın kapısını açar, güzel hatıraları konuşturarak, o
olumsuz anlardan uzaklaştırır. Hafıza odasında, hatıralar bizi tedavi eder...
Yeter ki hatıraların hatırını bilelim ve dengeyi de elden bırakmayalım, zira
kâinat ve her şey denge üzerinedir…
Annemin babası Zakir dedem, İslam şairi; Mehmet Akif’e
de çok benzerdi. Rahmetli Zakir dedem, çok muhterem ve şefkat dolu bir insandı.
O zamanlar, dedem Erzurum’un yaşayan ve üreten son tarakçısıydı. Manda
boynuzundan ve ağaçtan yaptığı şimşir taraklar çok beğenilirdi… Her kadının
çeyiz sandığında dedemin el yapımı taraklarının olduğunu çok kimselerden
işitmişizdir... Hatta bazı sakallı dedeler, cebinden çıkardığını göstererek:
“Bak! Bu senin
dedenin yaptığı taraktır…” dediklerine de şahit olmuşumdur.
Dedem, anneannemin genç yaşta vefat etmesinden sonra hiç
evlenmemiş; annemi ve iki dayımı büyüterek anneannemin hatırasına da sahip
çıkmış biriydi. O zaman ki şartların öfkeli hale getirdiği insanların içinde,
dedemin sakinliği ve efendiliği çocuk olduğum halde, çok dikkatimi çekmiştir.
Risale-i Nurlarda: Dağların tarak gibi havayı temizleme bahsi gibi; sanki
tarakçılık mesleği de dedemin iç âleminde, tüm olumsuzlukları taramış; sakin ve
şiir gibi bir insan haline getirmişti... Sessiz ve konuştuğu zaman dinlenen
muhteşem bir insandı. Sonraki yıllarda İstanbul’da gazetede çalıştığım
dönemlerde orta yaş üzeri Erzurum’lu tanıştığım bir çifte tarakçı Zakir’in
torunuyum dediğimde beni tanımaları çok daha kolay olmuştu… Allah makamını
cennet etsin.
Düşüncelerim bugünden o günlere Tayy-i Zamân yaptığı
vakit, dedemin mütebessim yüzüyle karşılaşırım ve düş vagonlarından bir düş,
pırıl pırıl parlayarak, o hatırayı hatırlatır: Henüz okula başlamamıştım ve
Ramazan ayı idi. Dedem bana:
“Oruç tutarsan, sana iftarlık alacağım.” Diyerek,
şevke getirip, oruç tutmamı sağlamıştı. Saatler ilerleyip, huysuzluk yapmaya
başlayınca seccadesi olan postu gösterip:
“Otur, postun kıllarını say! Eğer sayarsan sana 25
kuruş vereceğim…” demişti. Bende oturup, ciddi ciddi saymaya başlamıştım. Kim bilir
bildiğim rakama kadar olanı kaç kez tekrarlamıştım. Hem yorulmuş, hem de çok
acıkmıştım. İftar topunun ve Taşmescit Camii’nden gelen ezan sesi ile başımı
posttan kaldırmıştım. Annemin ve yengemin hazırladığı Erzurum’da Ramazan
sofralarının vazgeçilmezi ve Erzurum’a özgü Kıymanın buram buram kokusuyla
sofraya oturmuştuk. Hatırlarımda: O
Erzurum Kıyması nefis kokusunu iftar topundan önce burnumuza atardı ve nasıl da
ezanı sabırsızlıkla beklerdik… Erzurum Kalesi dedemlere ve bizim tek odalı
evimize çok yakın olduğu için top sesi en coşturucu haliyle gelirdi…
O günlerin, düş vagonundan başını uzatan hatıra;
dedemin postun kıllarını saydırması ve dedemlerin evine yakın komşu çocuğun buharla
çalışan oyuncak trenini çalıştırdığında raylar üzerinde ilerlemesini merakla
izlediğimde, dokunma isteğime, çocuğun babasının kızgınca bakıp:
“Dokunma!” demesiydi.
Düşünüyorum: Yaramazlık ya da huysuzluk yapıldığında, Rahmetli
Zakir dedemin 10 – 25 kuruş karşılığında postun kılını saydırması, güzel bir
taktikti ve bizleri oyalıyordu da. Belki de o postun kıllarının saydırılması
dervişin tekkede seyr-ü sülüküne ve terbiyesine katkı sağlamak gibiydi. Azarlamadan, dayak atmadan, onur kırılmadan
terbiye… Tek görünen postta, her kıl bir âlem ve bildiğin kadar sayıyı
defalarca sayıp, âlemden âleme geçmek… Bizler
de kendi torunlarımıza âlem postunda ki yıldızları saydırabiliriz… Zaten şehrin
ışıkları yüzünden ancak tebessümü büyük birkaç on kadar yıldız görünebilir.
Aslında bizim torunların işi daha kolay; görünen yıldız az olduğu için postun
kılına göre daha rahat sayabilirler ve çok daha kolay terbiyeden geçebilirler…
İster postun kılı olsun, ister yıldız saydırmak olsun,
bir şeyleri saymak güzeldir... En azından; büyükleri saymayı öğretti, sabrı
öğretti, çokluk içinde boğulmamayı öğretti.
Küçükte olsa verilen emeğe bir karşılık olması gereğini öğretti… Emeğin
karşılığını öğrenen çocuklar, ilerde emeğin karşılığını unutmazlar…