Dolar (USD)
35.20
Euro (EUR)
36.72
Gram Altın
2955.76
BIST 100
9626.56
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
19 Şubat 2021

Durağan davet günleri

Okuduklarımdan bazen öyle bir sayfa, bir paragraf veya bir satır karşıma çıkar ki günlerce etkisinden çıkamadığım olur… Derin tefekkürlerin, güzel hikmetlerin kapısını aralar… Bir iç sorgulama vesilesi oluverir… İşte bunlardan birkaç alıntı:

İbni Sa’d’ın Tabakatindan şu paragraf günümüz Müslümanlarına çok şey anlatıyor…

‘Biz hiçbir ananın çocuklarının kabirlerini Hz. Abbas (ra)’ın Lübabe’den olan çocuklarının kabirleri kadar birbirinden uzak görmedik… Fadl Şam’da… Abdullah Taif’de… Ubeydullah Medine’de… Kusem Semerkant’da… Mabed ile Abdurrahman İfrikiyye’de… Yani Kuzey Afrika’da…’

14.asır öncesinden bahsediliyor… Aynı anneden altı kardeş, her birinin kabri farklı bir coğrafyada… İslam yolunda uzaklar yakınlaşıyor… İlim, davet, cihad, hicret için mesafeler kalkıveriyor…

Medine-Tunus 4 bin 200 km… Medine-Semerkant 4 bin km…

Onları yollara düşüren dert ve dava neydi? Bizi yere çakılı kılan acziyet ve zafiyet neyin nesidir?

İşte ashabın ufku ile aramızdaki fark…

İkinci alıntım Dr. Selim Argun Hoca’nın bir makalesinden; ‘Sömürgeci Avrupalı denizcilerin Doğu Afrika sahil şeritlerindeki şehirlere baskın yaparak tutsak ettikleri siyahi köleleri Amerika kıtasına götürüp satması 18. ve 19. yüzyılda oldukça yaygındı. Gencecik yaşta vatanlarından kopartılan bu insanlar, gayri insani koşullar altında aylar süren deniz yolculuğu sonrasında, baş gösteren salgın hastalıklara rağmen hayatta kalabilenler Amerikan köle pazarlarında satılıyordu.

İşte böyle bir dönemde, Doğu Afrika’da Müslümanların yoğun olarak yaşadığı bir şehirde Müslüman âlimler toplanarak şu kararı almıştı: Köle olarak çalıştırılmak üzere götürülen bu gençlerin henüz dinlerini tam olarak öğrenmemiş olmaları hasebiyle, yaşları müsait bazı âlimler bu gençler arasına karışıp onlarla gitmeli ve varılan yerde bu gençlere dinlerini öğretmeye devam etmeliydi. Gerçekten de bazı genç âlimler olağanüstü bir fedakârlık örneği sergileyerek tebdili kıyafetle bu köle gemilerine binmiş, genç Müslümanların Hıristiyanlaştırılması tehlikesine karşı hayatlarının geri kalan kısmını bilmedikleri bir coğrafyada, tahmin dahi edemeyecekleri şartlarda köle olarak çalışmayı kabullenerek ve bir an bile olsun yanlarından ayrılmak istemedikleri çocukları vardı. Ancak bu din, bu günlere bu tür fedakârlıklar yapılarak gelmişti.’

Bu nasıl bir sevda? Nasıl bir adanmışlık?

Rasyonalize olmuş Müslüman akla bunu izah etmek oldukça zor. Kütüphanelerine gönüllü kalmış çağdaş âlim, aydın, akademisyen ve entelektüellerimize bunları anlatmak ne kadar mümkün?

Dostlar, oturduğumuz yerden ahkâm kesmekle, akıl vermekle, analiz yapmakla amaç gerçekleşmiyor…

Çarpıcı yorumlarla yol alınmıyor…

Yarın ihmal ettiğimiz kalpler, terk ettiğimiz kapılar bizden davacı olacaklardır…

Gitmediğimiz yer, dokunmadığımız yürek, ulaşmadığımız insan, emek vermediğimiz kitle bize vebal olarak dönecektir…

Ne vakitten beri bu kadar ulaşılmaz ve anlaşılmaz olduk… Elitist bir dil… Entelektüel bir kibir… Üstenci bir bakış… Buyurgan bir duruş… Böyle mi davette bulunacağız?

Ya da içe kapanarak, gettolarımıza sığınarak ihtiyacı olanların bize gelmesini mi bekleyeceğiz? Bizi bulmalarını mı isteyeceğiz?

Peşinden koşmamız gerekirken, kaçırdığımız fırsatlar ve insanlar… Kime hizmet ediyoruz?

Sanıyorum Abese Suresini tekrar tekrar okumamız gerekiyor…

Hakikate ve hidayete aç kitlelerden yüz çevirmenin, uzak durmanın, ihmal etmenin vebalini birinin bizlere hatırlatması gerekiyor…

‘Şehrin en uzak yerinden koşarak gelen adam…’ olmak zorundayız…

En uzak orada kalsın, en yakınımıza bile düşmüşüz… İnsanlarla bağ kurmakta, dertleşmekte, dostlukta gevşedik…

Yoksa iddialarımızdan mı vazgeçtik?

Hayır…

Mustafa Sabri Efendi’nin çağrısına kulak verelim:

‘Bugün İslam öyle mücahitler ister ki, dünyasını değil ahiretini dahi feda etmeye hazır olacak.’

Evet adanmışlığı idealize etmeden pratize etmeliyiz…