Dur yolcu!
“Dünyada yolcu gibi ol!”
Peygamber Efendimiz
(s.a.v)
*
Yolcu gibi olmak.
Yolculuk, tedirginliktir, garipliktir.
Yerinde, yurdunda olmamak..
Sevdiklerinden, evinden, işinden ayrı olmaktır.
Görülen güzelliklere kalp bağlamamaktır.
Bir süre sonra oradan ayrılacağının bilincinde olmaktır.
Yolcu olmak, yerleşmemektir.
Az bir menfaat, kısa bir müddet duraklama hali.
Yolcu, uğradığı mekânlarda “kalıcı” olmadığının bilinciyle
hareket eder.
Yolcu, hüzünlüdür.
“….Bunlar dünya hayatının yararlanılacak
geçici şeyleridir. Asıl varılacak olan güzel yer, Allah katındadır.” (Âl-i
İmran, 14)
“…Dünya hayatı ise
aldatıcı metâdan başka bir şey değildir.” (Âl-i İmran, 185)
“…De ki, ‘Dünya
menfaati önemsizdir. Allah’tan korkanlar için ahret daha hayırlıdır ve size
zerre kadar haksızlık edilmez.” (Nisa, 77)
*
Rabbim, bize, bu dünyada bir yolcu gibi olmamızı emrediyor.
Yolcu dünyadan kopuk insan değildir.
Yolcu, zamandan ve mekândan kopmaz.
Aksine, nerede olduğuna, nereden başlayıp nereye geldiğine
bakar.
Ne kadar zaman harcadığının hesabını yapar.
Bu yerlere bir daha gelemeyeceğini aklının bir kenarında
tutar.
Yolcu, mekânın farkındadır.
Esiri değildir.
*
Dünyadan kopmadan ve dünyaya dalmadan yaşamak “yolculuk” halidir.
Yolcu gemisi, suyun üzerinden akıp gider.
Suya batıp giderse, fena!
*
Mesele, “yolculuğun”
farkına varıp, buna göre yaşayabilmekte.
Karşınıza çıkan büyük bir “fırsat” gibi görünebilir.
Bu büyük “fırsatı” kaçırmamak
için, “vicdanınızı rahatsız eden” bazı yönlerini görmek
istemeyebilirsiniz.
Dünya hayatı çok cazip gelir.
Şeytan, kötülükleri güzelmiş gibi…
Günahları mubahmış gibi gösterir.
Sonra…
Bir bakmışsınız ki...
“İnandığı gibi değil,
yaşadığı gibi inanmaya başlayan bir insan” olup çıkmışsınız.
İnsanoğlu hatalarına, günahlarına mazeret üretirken çok
zeki.
Çok zeki ama hiç de akıllı değil!
*
Bilirsiniz,
İnsanı tanımanın en iyi yollarından biri de “onunla yolculuk yapmak”tır.
Yolculuk uzadıkça, diller çözülür.
İnsan anlatmaya başlar.
Yolculuk, garipliktir.
İnsanın içine hüzün
çöker.
O hüzünle, bir şeyleri söyleme, belki de “itiraf” etme ihtiyacını hisseder.
Yolculuk, insanın içini bir başkasına dökmeye en yakın
olduğu haldir.
*
Yalnız yolculuk yapmışsınızdır.
Ben tek başına çıktığım uzun yolculukları “muhasebeyle” geçirmişimdir.
Kalbimin atışlarını dinlemişimdir.
Kendime sözler vermişimdir.
*
Çok uzaklara gidiyorsunuz…
Her dakika, asıl mekân zannettiğiniz yerden uzaklaşıyor ve
bir meçhule doğru yol alıyorsunuz.
Yolculuk hali bu, belli mi olur?
Tek başına yol alırken bir kalp krizi gelse, kim müdahale
eder size?
*
Hayatta hep yolcu gibi olmak…
Allah’tan başkasına bel bağlamamak…
*
Bir türküde “Çok yaşayan 100’e kadar yaşıyor!”
denir.
Çok yaşlı dediğiniz insanlara bir sorun…
“Göz açıp kapayıncaya
kadar geçti bu ömrüm” der.
“Geldi geçti ömrüm
benim, şol yel esip geçmiş gibi,
Hele bana şöyle
gelir; şol göz açıp yummuş gibi.!”
Merhum Yunus Emre’nin dediği gibi.
*
Namazlarda, dünyalı elimizin
tersiyle itiyoruz değil mi?
“Allah-u Ekber!”
Günde beş vakit, dünyayla
irtibatımızı kesiyoruz, öyle mi?
*
Dünyadan kopmamak ve dünyaya
dalmamak.
Su üzerinde kayıp giden bir gemi gibi.
Halktan kopmamak ama halkın
arzularına göre de yaşamamak…
“Desinler diye” yapmamak.
Yalnızca “Allah rızası için” yapmak.
Tasavvuftaki “Halk içinde Hak ile olma” güzelliği.
*
Kalp, kaçırdığı ibadetlerden
dolayı hüzünleniyor, pişmanlık duyuyorsa…
“Günahların pişmanlığı” var ise, yolculuk iyi gidiyor demektir.
Her durakta “tövbe”yi yenileyerek devam etmek.
Kul olabilmek.
Kaç üniversite bitirirsen bitir,
ne kadar “uyanık”, “paralı”, “şöhretli” olursan ol…
Üç vakitlik, olmadı beş vakitlik
yolun yolcususun!..
*
Bugün Pazar.
Çoğu için tatil!
Tefekkür için müsait bir gün
olabilir.
*-
“Yolculuk nereye?”
*
** (Kastamonu’nun ormanlarında... Semerkand Dergisi'nde yer alan 'Hakan Öner'
imzalı yazıyı okurken kalbime düşenler.)