Dünyevîleşmenin Sefaleti
İnsan, varoluşunun kendisine verdiği hazla, ebedî olmanın özlemini dünyada yaşamayı amaç edinme yanlışlığına düşmektedir. Hakikat kaygısı olmayan için, tüm amaç ve hedef, bu dünyada saklıdır. Ancak dünya hayatı ‘gökten inen yağmur gibidir’. Yağmurun bereketiyle Hakk Tealâ, yeryüzünü mümbit bir bahçeye çevirmektedir. Nihayetinde bu yemyeşil verimli dünyadaki ‘cennet’ bahçeleri, hayatî özelliklerini kaybettiğinde ‘rüzgârın önünde savrulan kuru çöplere’ dönmektedir. Bu noktada dünyada ebedî olma arzusu, yerde ve gökte olan her şeyi halk eden sonsuz kudret sahibi âlemlerin Rabb’ini unutmakla sonuçlanmaktadır.
Akleden kişi, mal, servet ve çocukların dünya hayatının güzellikleri olduğunu her dâim hatırlar. Geçici olanın ebedî mutluluk vermeyeceğini bilir. Hayırlı ve yararlı işlerin, Rahman’ın katında büyük karşılık göreceğini fehmeder. Aldatıcı dünya hayatı, insanı kendisine çeken cezbedici bir hayalden ibarettir.
Süslü dünyanın putları, kendisine tapacak köleler ararken, büyük bir aldanışın habercisi olmaktadırlar. Dünyada var olanlar, nihayetinde insan içindir ve onun emrine verilmiştir. Ebedî ahiret yurdunun mekânı/‘tarlası’ dünyadır. Dolayısıyla dünyada bahşedilenlerden kaçarak ruhban hayatını tercih etmek övülen bir hal değildir.
Dünya hayatı, hayırsız ve faydasız bir âlem olarak görülmez. Hayırlı mal ve servet, en yüksek iyiliğin kapılarını açarak marufun yayılmasına hizmet edecektir. Hayırlı malın karşılığı hayırlı amelle sonuçlanır.
Şer ile kazanılan mal ise, insanın tatmin olmayan hazlarını besler. Hayırlı ve helal olmayan servet, kişileri ve nesilleri ifsat ederek sapkınlığın dünyasına taşır. Hırs ve tamahla dolu bir kalp sahibi kimsenin iştahı, malın bereketini kaçırır. Bundan dolayı dünyevî hazların yerine, vermenin ve paylaşmanın manevî lezzetine tâlip olmak gerekir.
Servetle kudret sahipliğine soyunan zâlim, dünyevî olanla güç kazandığını zanneden hüsrana uğramış bedbahttan başka birisi değildir. ‘Vadi dolusu altın’ bile, dünyayı mabut edinen insanın gözünü ve gönlünü doyurmaz.
Servet, yol arkadaşlığı olarak makam ve mevkiye tâlip olmayı sever. Yönetici olmak isteyen hırslı kimse, tüm varlığıyla elde etmeye çalıştığı makamın kölesi olmaktadır. Tâlip olduğu idareciliğin sorumluluğu onu ezer. Bu imkânın sona ermesi, onun için hayatın sonu anlamına gelir.
Dünyadaki mal ve mülkün gerçek sahibi Hâkimler Hâkimi Allah’tır. Bahçe sahibi iki arkadaşın kıssası (Kehf, 32-44), sonlu (fâni) ile sonsuz (bâki) arasındaki farkı anlatmaktadır. İki üzüm bağı olan adamla, ondan servetçe daha aşağıdaki adamın hikâyeleri dünyevî olanın insanı ebedîleştirmediğini göstermesi açısından büyük öğütler taşımaktadır.
İki üzüm bağının etrafı, hurma ağaçlarıyla çevrilmiş ve aralarında ekinler bulunan mümbit bir alandır. Yemişleri ve meyveleri o kadar fazla olan bu iki bağın arasında bir ırmak geçmektedir. Bereketli ürünler alan servet sahibi adam, arkadaşına malının ve çocuklarının sayısıyla övünür; ondan daha güçlü olduğunu söyler.
Gurur içinde bağın içine giren dünyaya tapan bu adam, kendisine ait güzel bahçenin hiçbir zaman yok olmayacağını haykırır. Kıyametin varlığını da sorgulayan bağ sahibi, huzur-u İlahîye çıksa bile, bu nimetlerden daha fazlasına sahip olacağını arkadaşına ifade eder. Arkadaşının, kendisine özünü hatırlatmasına ve ikazına kulak vermeyen bağ sahibi, çok zaman geçmeden felaketlerle karşılaşır, elinde olanları kaybeder. Rahman’a eş koşmanın cezasını büyük bir uyarıyla alır.
Nimet, servet, mal, mülk, hanım ve evlatlar nihayetinde Hakk’ın emanetleridir. Hayrın yolunda hayır için yararlı işlere vesile olmazlarsa, onu veren tekrar geri alır. Yardım ve dostluk Vedud’un (Çok Çok Seven) lütfudur. Ona tâlip olan, mükâfatın en iyisi almış, en büyük servete sahip olmuş olur. En güzel akıbet, başlangıçların ve sonuçların sahibi âlemlerin Rabb’inin verdiği –şükrünü eda edebilecek- sonsuz hediyelere muhatap olmaktır.