Dünyevileşmek-III
Türkiye'deki en belirgin hatalardan biri, siyasal iktidarların hayatın her alanına nüfuz edebileceği ve kendine özgü yol haritasını bihakkın uygulayabileceği yanılgısıdır. Bir parti salt ideolojik bir öğretiye dayanmaz. Bir parti bütün seçmenlerinin ihtiyaçlarını karşılayamaz. Bir parti, olsa olsa inandığı değerlerin olduğundan biraz daha fazla hayata nüfuz edeceği imkanlar yaratır. Bu sebeptendir ki meselelerin çözümü noktasında bütünüyle bir partiye inanmak ne kadar yanlışsa çözülme sürecinde o partiye lanetler yağdırmak da o kadar yanlıştır. Kaldı ki olması gerektiğinden fazla politizasyon ve polarizasyon toplumdaki etkileşimi katılaştıracağından onun sosyolojisini de zedeler. Bu da yaşamın bütününü kapsayan sosyal aklın yerini siyasal akla terk etmesi anlamına gelir ki toplumlar için bundan daha sağlıksız bir süreç düşünülemez. Bununla birlikte kendi sınırlarında kaldığı, burnunu her işe doğrudan sokmadığı, işi uzmanlarına bıraktığı sürece siyasal partilerin en büyük ve güçlü sivil toplum örgütü olduğu gerçeğini de her daim hatırda tutmak gerekir.
Tanzimat sürecinde paşalar üzerinden gerçekleşen bu yerlilik-millilik ile Batılılaşma kavgası II. Meşrutiyet'in ardından yaygınlaşan matbuatın da devreye girmesiyle aydınları kapsayan geniş bir zemine yayılır. Aslında doğru ve yapılması gereken bir kavgadır bu. Ülkenin istikametinin neye/nereye yönelik olması ve istikamete yönelik nasıl bir tahkimat yapılması gerektiği meselesi elbette bir memleket için öncelikli meseledir. Üstelik ondan sonraki bütün adımlar tam da bu yön alış ve yön verişe göre biçimlenecektir. Tanzimat, bu tarafıyla, ayakta kalmak için yönünü/istikametini Batı'ya çevirmiş ama boynunu bir türlü oraya çevirmek istemeyen tuhaf anatomili bir insanı andırır. Ülke bir taraftan Batılılaştırılmak, dünyevileştirilmek, sekülerleştirilmek istenirken öteki taraftan bunun hoşnutsuzluğu bütün hücrelere kadar hissedilir. Üstelik bu karar vermişlik, doğrudan ve sadece devlet eliyle belli bir entelektüel doku üzerinden gerçekleşmemiştir. Türkiye'nin Batılılaşması yanlış yerden, yanlış kaynaklardan, yanlış yöntemlerle ve yanlış insanlar üzerinden gerçekleşmiştir. Gerçekte, ülkenin sonraki bütün süreçlerde yüz yüze geldiği sorunların çıkış noktası da Tanzimat'tır.
Tanzimat, dünyevileşme üzerinden bir Batılılaşma projesi güderken bunu da birinci elden gazetelere ve gazetecilere bırakmıştır. Belki de gelinen noktada bile yaşadığımız pek çok sorunun kaynağında yarı hissesi İngilizlere ait olan Ceride-i Havadis gazetesinin hatırı sayılır bir yeri vardır. Türkiye'nin Batılılaşması, dünyevileşmesi doğrudan birinci metinlerden, Aydınlanma çağı filozoflarının görüşlerinden ve tam da onları anlayacak, yorumlayacak, İslami bir süzgeçten geçirecek alimler eliyle değil; 1820'lerde II. Mahmut tarafından Fransa'ya farklı disiplinlerde uzmanlaşmaları için gönderilip hepsi gazeteci olarak dönen aydınlar eliyle gerçekleşmiştir. Gazeteci ruhsatıyla dönen bu kişiler Ceride-i Havadis, Takvim-i Vekayi, Tasvir-i Efkar, İbret, Hürriyet vs. üzerinden Batı'da yaşanmış olayları hiçbir süzgeçten geçirmeden Türkiye'ye aktarmış, bu aktarmanın, hayatın her yönüyle bir taklit içgüdüsü taşıdığını ya akıl edememiş yahut zaten buna inandıkları için gayretlerini esirgememişlerdir. Elbette gazeteler üzerinden dünyevileşen tebanın zevkleri, modaları, yeme içme adetleri, giyim kuşamları, sanat ve edebiyata bakışları adım adım değişecek, böylece Cumhuriyet'in yaptığı pek çok hatanın temelleri orada atılmıştır. Eğer Tanzimat, Batıyla kurduğu ilişkide olduğundan daha dominant, daha dik, daha tutarlı olsa Cumhuriyet sonrasındaki kültürel savrulma biraz daha tolere edilebilirdi.
Doğası ve işlevi bakımından gazetecilik ve gazete kültürü tam da Tanzimat aydınının istediği, arayıp da bulamadığı bir 'oyuncaktır'. Sonuna kadar yüzeysel, sonuna kadar eklektik, sonuna kadar biçimci ve buna rağmen de sonuna kadar spekülatif ve ayartıcıu2026 Tanzimat aydını gazetenin bu potansiyelini gördüğü andan itibaren kurduğu bütün cümleleri oraya akıtmanın, içindeki bütün kabarmaları oraya taşımanın ve toplumu ora üzerinden dönüştürmenin hesaplarını yaptı. Böylece gazeteler üzerinden her gün Batıda yaşanan sosyal ve siyasi olaylar değil aynı zamanda bakış açıları ve yöntemler de halkın derin belleğine sızmaya başladı. Bırakın İçtihad'ı; Malumat, Sebilürreşat ve Sırat-ı Müstakim dergileri bile Batı karşısında bir cephe oluşturmanın, kendi değerlerini içkinleştirmenin söylemlerini yine Batılı sentakslar üzerinden gerçekleştirdi ve nihai aşamada ülkenin dünyevileşmesine su taşıdı. Sonradan ortaya çıkan bürokratik iki yüzlülük, mevki makama ulaşmak için her türden yolun meşru addedilmesi, akraba ve arkadaş çevresini koruma, kollama, kayırma ile bütün dönemlerin vazgeçilmez yöntemi olan dalkavukluğun Tanzimat'ta kurumlaşmasının ana sebeplerinden biri de geleneksel insan modelinden yeni insan modeline geçişteki tutarsızlıktır ki bunun bugüne yansımalarının da sayısız örneği vardır.
Sonraki dönemlerde olduğu gibi o dönemde de gazetenin bireyle ilişkisi Batıda olduğu gibi sağlıklı değildi. Batıda gazete sadece güncel olayları taşır, yedeğine teorik bazı bilgileri alır, bu yönüyle olayların aynası işlevini ifa ederken Türkiye'de her cümlesi neredeyse kutsiyet barındıran bir aygıt olarak işlev gördü. Gazete haberleri üzerinden sadece toplumun derin yapısı dönüşmedi, Abdülhamit Han'dan başlayarak belli aralıklarla tertiplenen darbeler bile onun marifetiyle kendine yol, yordam buldu. Cumhuriyeti de kapsayacak geniş zeminde gazeteler bir taraftan bireyin geleneksel değerlerden uzaklaşmasının sözcüsü olurken bir başka bakımdan da hoşa gitmeyen mevcut siyasal iktidarların yerle bir edilmesinin en önemli aktörleri oldular ve üstelik bu hastalık, bu gazeteye tapınma, bu gazetenin 'gücü elde etmenin leviathanına dönüştürülmesi' kendine seyyal bir gelenek de kurarak sonrasında mirasını radyoya, televizyona, bilgisayar ve cep telefonlarına gururla sundu. Halihazırda dünyevileşmeye yönelik bütün mikroplar bu metal canavarların gözeneklerinden içeri sızmıyor mu?