Dolar (USD)
35.18
Euro (EUR)
36.53
Gram Altın
2966.40
BIST 100
9724.5
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
03 Ekim 2024

Dünyanın taziyesi

Dünya narkozla uyutulmuş bir halde müşahede altında. Canı acıyor ve acısından sinir uçlarını hissetmiyor artık. Beyin ile sinir sistemi arasındaki uçurum gün geçtikçe açılıyor ve sinir uçlarına dokunanın ne olduğunu fark edemez bir şekilde yoğun bakım altında can vereceği günü bekliyor. Ölümün kurtuluş reçetesi olduğunu kabul etmek gibi amansız bir hastalığın pençesinde yaşamın güzelliğine dair temelsiz tezler savuruyor. Dünya bugün diyet derdinde bitkisel bir hayatı sağlıklı yaşam olarak gördüğünden beri hepimiz bitkisel hayatta yaşar gibiyiz. Her ne kadar gözümüz açık gibi görünse de şuurumuz kapalı bir halde tüm olan biteni sadece izliyoruz.

Teknolojinin umut diye görüldüğü yerde her yanımız ekranlarla çevrili olduğundan izlemekten başka da çaremiz kalmıyor. İzlemeye o kadar alıştık ki ekranda gördüklerimizi bir film sahnesinden ibaret zannediyoruz. Haberleri arkası yarın dizi formatında takip ediyoruz. Ölümleri bilgisayar oyunu gibi görüyoruz. Şehirler bombalanıyor, insanlar hunharca katlediliyor, haber kanalları reyting derdinde, sistem kendi dişlilerinin düzgün çalıştığının keyfinde, kapitalizm kasasına giren paraları sayıyor, biz ise bizden olmayan acıların rahatlığında konfor dairemizde afili sözlerle durumu özetliyoruz.

Kapitalizmin dünyayı işgalinin insanlığın yok oluşunu hızlandırdığını fark edemiyoruz. Kültürel şoklarla özümüze yabancı bir halde reklam arası ölümler yaşıyoruz. Ölmekle kalmıyor, aynı zamanda çürüyoruz. Kokuşmuş halimizi modanın günlük trendleriyle gizleyince cesedimiz daha yakışıklı oluyor. Öyle olunca da kendimizi daha çağdaş hissediyoruz. Lakin ölen sadece biz olmuyoruz, can çekişen insanlığının feryatlarına da kulak tıkıyoruz.

Duyulmayan feryat, kulak tıkanan çığlık bizi de yok ediyor. Yok olan insanlık ölen dünyanın hakikatine kapı aralıyor. İnsanlığın yararına diye dayatılan bilimin merhametten ve vicdandan yoksun bırakılmasını medeniyet diye kabul ettiğimiz gün yitirdik bütün savaşları. Savaşmaya dahi cesaretimiz kalmadı. Gün be gün bir parçamızı asimile ettiler. Ölümlere alışınca da işgal daha da genişledi ve bize sadece her şeye ve her duruma alışmak kaldı.

100 km ötemizde bir kadim şehir bombalanıyor ve biz hala ölenlerin kimlik tespitiyle meşgulüz. Ölenlerin insan oldukları hakikatinden uzaklaşarak ırklarına, mezheplerine, ideolojilerine bakıyoruz. Haklı mı haksız mı olduğuna bakmaksızın öldürenin ve öldürmenin geçerli sebepleri üzerine tezler savuruyoruz. Sonra da komşuda çıkan yangını söndürmek yerine yangına nazır selfie çekilmekle meşgul oluyoruz.

Lübnan bugün bombalanmaya başlamadı, dün Gazze bombalanırken tüm dünya sessiz kaldığı için Lübnan da, Suriye de, İran da, Mısır da, Türkiye de, Almanya da, Japonya da, Amerika da bombalandı. Her düşen bomba düştüğü yeri yakarken yüreğimizi yakmadığı müddetçe her gün bombalanıyoruz. Sonra da ölenlerin kimlik tespitini yapmak düşüyor payımıza.

Bir tarih vermeye kalktığımızda hep bir ağızdan 7 Ekim diyoruz. Lakin Filistin 1948’ten beri, insanlık ise Kabil’den beri öldürülmeye devam ediyor. Dünyanın ve insanlığın kurtuluşu için hak ile batılın savaşında vicdan sahiplerinin varlığı ve tarafı seyri belirleyecektir. Son bir yılda sadece Gazze’de çoğunluğu çocuk ve kadınlardan oluşan 40 binin üzerinde sivil katledildi. Bu soykırıma dur demeyen dünya kendi ölümüne davetiye çıkarmaktan başka bir şey yapmıyor.

Adına birleşmiş milletler denilen lakin toplantıdan toplantıya birleşen ve etkisiz eleman konumuna düşen bir sistemden medet umarken ölenlerin ırkları üzerinden kurduğumuz cümleleri süslü ve haklı göstermeye çalışınca hiçbir sorunun çözümü, hiçbir acının merhemi olmuyoruz. Hepimiz bir kurtarıcı bekliyoruz. Ama hiçbirimiz taşın altına elimizi koymuyoruz. Bugün sadece biz değil bütün dünya can çekişiyor ve böyle giderse ölecek. Bize de yüreğimize kurduğumuz dünyanın taziye çadırına gitmek kalacak.