Dünyanın gözü bizde
Mayıs seçimlerinden önce Batılı ülkelerde “Türkiye'nin düşeceğine” kesin gözüyle bakılıyordu. ZDF’si de, The Economist’i de, Washington Post’u da, Charlie Hebdo’su da bu yüzden zıvanadan çıkmışlardı. Adeta Türkiye'nin yıkılışının enkazı üzerinde dans eder gibi program ve paylaşımlara imza atan batı medyası şimdi de pisliklerini temizlemeye çalışıyorlar.
Bildiğiniz gibi Türkiye’deki seçimlere
ilk müdahaleyi daha başkan seçilmeden önce şimdiki ABD Başkanı J. Biden
üstlenmiş ve “Türkiye’deki dostlarımıza
destek vererek Erdoğan'ı devireceğiz” demişti. Biden bunu söyledikten sonra
ABD gibi bölgemizde büyük etkisi olan bir devlet boş durmazdı.
ABD
ne yaptı?
Öncelikle Türkiye lehine hiçbir şeye
evet demeyen ABD ve periferisindeki ülkeler, Erdoğan iktidarını zayıflatmak
için hibrit mücadeleyi esas aldılar. Buna AB ülkelerinin de Erdoğan karşıtlığı
eklenince seçim Erdoğan ve AB/ABD arasında geçti. Belki Cumhurbaşkanlığı seçimlerine
böyle bakarsak daha doğru analizlerde bulunabiliriz.
Fonladığı medya ve STK’lar üzerinden
saldırmanın dışında;
ABD, savunma sanayimizden tutun,
ekonomimize,
Terörle mücadelemizden tutun,
uyuşturucu ile mücadelemize,
Turizmimizden tutun, dış politikamıza
kadar her yerde karşımıza bir rakip gibi hatta kimi yerlerde düşman gibi
dikildi. Buna rağmen Türkiye geri adım atmadı.
Nasıl yaptığını, nasıl başardığını
merak eden olabilir ama dış politikaya kafa yoranlar bunu rahatlıkla
görebilirler.
Dış politika öyle davul zurna ile
duyurulmaz: gizlilik esas alınarak çok aktörlü, çok boyutlu, öngörülebilir dış
politikada ısrar eden bir Türkiye kendisine yönelik bütün komploları boşa
çıkardı. Öyle ki;
Türkiye dış politikasında son yıllarda
nitelikli ve derinlikli stratejiye sahip oldu. Yeni Türkiye yatay düzlem
stratejisinden derinlikli stratejiye geçiş yaparak ve değer merkezli dış
politikasını ahlaki normlarla bezeyerek uluslararası ilişkiler için yeni bir
anlayışa öncü oldu.
Yürüttüğü değer merkezli dış
politikasından dolayı yalnız kaldığı dönemleri oldu Türkiye'nin, ancak bundan geri
adım atmayarak dünyaya kazandırdığı bu anlayıştan dolayı pek çok ülkenin
takdirini de kazandı.
Aslında herkesin bilmediği bir gerçek
de şu: Türkiye’nin büyük ve güçlü devletlerle krizler yaşaması Türkiye için çok
olumludur çünkü bu durum Türkiye’nin onların her istediklerine “EVET-HAY HAY” demediğini gösteriyor. Bu
da Türkiye’nin süper güç olması için olmazsa olmazdır. İnanıyorum ve diliyorum
ki Hakan Fidan ile bu durum daha da sağlamlaşacak ve Türkiye emin adımlarla
yoluna devam edecektir.
2023 seçimlerinden sonra artık
dünyanın farklı gözle baktığı bir Türkiye var. Siyasi ve duygusal hinterlandı
dünyanın en geniş territoric alanını bulan Türkiye, manevi mirasına dayanarak
dinamiklerini TAM OLARAK mobilize
etmeyi başarabilirse bu yüzyılın Türkiye Yüzyılı olmasının önüne geçebilecek
bir güç yoktur.
Zaten bunu fark eden ABD’li senatör Schumer, "Türkiye küresel istikrar için büyük
bir tehdittir. ABD'nin küresel kurallara ve uluslararası düzene saygı duyması
konusunda Türkiye'ye güvenmesi gerektiği fikri, sadece tehlikeli değil aynı
zamanda bizim ve müttefiklerimizin güvenliğini de tehlikeye atıyor…"
demişti.
Bir diğer Amerikalı ise geçtiğimiz gün
kameralara, ”Durduramazsak Türkiye süper
güç olmaya çok yakın. Bu da Amerika'nın menfaatlerine büyük darbe vurur…”
demişti.
Zaten dış politikamızda 13 yılı aşkın
süredir işin içinde olan Hakan Fidan artık direkt olarak direksiyonun başında.
Bugüne kadar yürütülen dış politikadaki rolü biliniyor Sayın Fidan’ın. Bundan
sonra bölgesinde geliştireceği ilişkileri daha ileri safhaya taşıyarak “Güvenilir Liman” olduğunu kabul
ettiren bir Türkiye batılı devletlerin bölge üzerindeki gölgesini kısaltmayı
başarabilir.
Bu bağlamda Katar’dan sonra BAE ve
Suudi Arabistan ile atılan adımlar ve imzalar, Suriye ve Mısır ile ilişkilerin
düzeltilmesi Türkiye Yüzyılı hedefleri için stratejik açıdan da önemlidir.