Dünyanın en akıllı insanları!..
Farsça bir kelime olan “derviş”, erken dönemden itibaren “zahid” ve “zühd”ü, “sufi” ve “tasavvuf”u ifade etmek üzere Arapça’daki “fakir” ve “fakr” kelimelerinin yerine kullanılmış olup, zamanla daha farklı ve daha geniş bir muhteva kazanmıştır. İlk zahid ve sufilerin fakra ve fakire büyük değer verdikleri, Risale-i Kuşeyriyye gibi temel tasavvufî eserlerde bu konuya müstakil bir bölüm ayrılmasından anlaşılmaktadır.
Başlangıçta
fakir gibi “derviş” kelimesi de hem yoksul kişi, hem de zengin bile olsa
her yönden Allah’a muhtaç olduğunun şuuruna sahip sufi manasında kullanılıyor
ve sufiler her iki anlamdaki dervişliğe de büyük önem veriyorlardı.
“Dervişlik”
âlemine; günahlardan uzaklaşmak manasına gelen, tevbe kapısından girilir. Çünkü
günahlara iyice sırt çevirmeden “dervişlik”ten söz edilemez. Kişi,
tevbeden sonra; mübah olan şeylerde de bir kısıtlamaya gider yani bunlara karşı
da bir isteksizlik içerisine girerse ve vaktini dünyaya değil, âhirete ayırırsa
gerçek “derviş” olmaya namzet olur.
“Derviş”; rahat yerine çileye, lüks yerine fakirliğe, bencillik yerine
feragate, kibir yerine tevazuya, fâni dünya yerine bâki olan âhirete tâlip olan
kişidir. “Dervişler”, haram ve mekruhtan uzak durmakla kalmaz; helal ve
mübahın da fazlasını terkederler. Kısacası “derviş”, lezzet verici
şeyleri en aza indiren, dünyaya esir olmayan ve var gücüyle âhirete çalışan
bahtiyar kimsedir. Dünya malına, makama, mevkiye, şan ve şöhrete önem vermemek;
azla iktifa etmek, çokça ibadet etmek, âhiret için çok çalışmak “dervişliğin”
bazı göstergeleridir. Bu kurallara uymayan kişi derviş olamaz. Büyük derviş
Yunus Emre Hazretleri konuyu ne güzel özetlemiş: Ele geleni yersin/Dile
geleni dersin/Böyle dervişlik dursun/Sen derviş olamazsın!..
Dervişlik konusunda belirleyici olan şey, insanın dünyaya değil
âhirete yönelmesidir. Çünkü dünya hayatı geçici, âhiret hayatı ise ebedîdir.
Akıllı insan, fâni olanı bırakır, kalıcı ve baki olana çalışır. İmam Şâfiî
rahmetullahi aleyh diyor ki: “Bir kişi şu malı en akıllı insana verin,
diye vasiyet ederse; bunun zâhid (derviş) birisine verilmesi
gerekir.” (Siyeru Alami’n-Nübela 10/98) Çünkü dünyanın en akıllı
insanları onlardır. Onlar üç beş günlük fâni dünyaya değil, ebedî olan ukbaya
yatırım yapan çok zeki fazilet kahramanlardır…
Gerçek “dervişlik” çok
yüksek bir mertebedir. Bu âli mertebeye ulaşabilmek için, nefsin mutlaka
tezkiye edilmesi gerekir. Çünkü nefis, tabiatı ve doğası gereği çok câhil olup;
dünyaya ve dünyalıklara pek düşkündür. Nefis, tezkiye olmadan yüzünü dünyadan
âhirete çevirmez. Tezkiye ise; nefis, kalb ve ruhun manevî kirleri olan
günahlardan temizlenmesidir.Âyet-i kerimede buyuruldu ki: “Rabbinin
huzurunda durmaktan korkan ve nefsini hevâ ve hevesten alıkoyan kimseye
gelince, şüphesiz ki cennet onun varacağı yerdir…” (Naziat 40-41)
Hadis-i şerifte zühd yani “dervişlik” kavramı şöyle
özetlenmiştir: Bir sahabi, Efendimiz aleyhisselama gelip sorar: “Ya Resûlallah,
bana öyle bir amel göster ki, onu işlediğim zaman beni hem Hak, hem de halk
sevsin.” Bunun üzerineEfendimiz aleyhisselam şöyle buyurur: “Dünyaya
karşı zâhid ol ki, Allah seni sevsin. İnsanların ellerindekilere karşı zâhid ol
ki, onlar seni sevsin.” (İbn Mace: 4241)
“Derviş”, nasipli kimsedir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: “Allah, bir
kulu sevdi mi onu dünyadan korur.” Yani Rabbimiz celle celalüh, sevdiği
kulunun; nefse hoş gelen aldatıcı sevgilere yönelmesini engeller. Bu, tamamen
iyileşmek için perhiz yapan bir hastanın durumuna benzer.
Binaenaleyh dünyanın en akıllı insanları olan gerçek “dervişler”; bu hakikatin farkında oldukları için; ne kaybettikleri dünyalıklar için üzülürler ne de bunları elde etmek için bitip tükenmek bilmeyen bir çaba içine girerler. Onlar, bu fâni dünyada misafir olduklarını, gerçek yurtlarının ise âhiret olduğunu çok iyi bildikleri için; dünya ehline bakmazlar, bilakis Allahü Teâlânın nimet verdiği nesilleri yani; sahabe, Tâbiîn ve Tebe-i tâbiîn hazeratının mübarek yolunu takip ederler...