Dünya(lı)nın gidişatına dair
Her yeni yıl, bir öncekinden daha garip gelişmelere sahne oluyor. Giderek gidilemiyor. Yeni hayat, yeni gelişmeler, yeni oluşumlar dünyayı tarifsiz şekilde menfi boyutlarda şekillendiriyor. Bu okumaları sağlıklı yapmazsak ne bireyi koruruz, ne nesilleri, ne de devletlerimizi koruyabilecek durumda olamayız. Çokuluslu şirketler, batılı nefret üretme merkezleri (satanist tarikatlar, cinsiyetsizleştirme örgütleri, tanrıyı kıyamete zorlama tezleri…) dünyayı, insan aklının kaldıramayacağı gelişmelere doğru götürüyor. ‘‘Yarın çok geç olabilir’’ sözü tanıdık bir söz. On yıllardır aydınlar bunu kullanıyor, evet bugün çok geç gibi duruyor. Bireyler çıldırmışlık sendromunda, toplum sosyopat alametlerin zirvesinde, dünya evrensel bir tımarhaneye dönüşmüş noktada ne yazık ki. Devletler kan, gözyaşı, hüzün ve yas terminolojisini huzur ve saadete dönüştürmekten çok uzakta, tam tersi devletler bu tehlikeyi önemseyecek fikriyata sahip değildir.
Yer küremiz ve sakinleri öyle bir akıbete doğru yol alıyor ki düşününce akıl akla isyan edecek gibi. Nefret söylemi para ediyor, ruhu ilimden, kalbi merhamet kırıntısından uzak aşkın kokusunu bir an bile duymamış gençlerin varlığı-çokluğu, kibir platformları insanları sahte cisimlere dönüştürmüş, kozmetik düşünceler, romantik davalar, gayretsiz başarı beklentisi, başarınınsa Firavuncası, gül bahçelerine kireç suyu döken bahçıvanların aklını kim kirletti, ahlaka yabancılaşmış, ahlakı dışlayan, ahlakı bağnaz gören bir çağın çemkirdiği şu son dönemeç hiçte hayra alamet değil.
Büyük bir patlak var şu an, tamirata yönelik hamleler çok cılız. Dünyada ve dünyalının başında şeytanların ilminden bile geçmeyen bir plan kuruluyor insanın ikbaline-akıbetine, bu kadar mı, bu kadarı bile az maalesef. Tüketen, tüketerek tükenen bir ‘‘canlı cenazeye’’ dönüşen insanın hormonlusunu görmüyor musunuz. Maddeyi tanrılaştırmış bir çağın nesillerinden hangi merhamet senfonisini bekleyebiliriz. Üç beş günlük ömrü için kapıldığı şu derin uykunun ardındaki uyanış inkılabını çocukların görememesi ne biçim ölmüşlük. Bunu çocuklarına öğretemeyen yetişkinlerin sonsuz ölmüşlüğüne değinmedik bile.
Dünya nereye gidiyor. “Fe eyne tezhebün” diyor ya kâinatın ulu imparatoru, bu gidiş nereye. Sorgulamak, akıl çıldırıncaya kadar, akıl, kalp aklını buluncaya kadar sorgulanası bir hayat. Hikmet yağmurlarında yıkanmayan bir ömrü gömmek daha hayırlıdır, hikmet hayatına uyanan bir ömrü yaşamanın kutsallığını öğrenme ve öğretme sorumluluğu çağın mutlak ilacıdır.
Her yeni gün, gezegenimizi ruhen, manen ve fiziken yaşanılmaz kılıyor. Peki, bu büyük düşmana karşı bizim tezimiz nedir. Bu koca sorunlara karşı biz ne üretiyoruz. Bu sorular çok anlamlı. Çağı okumak, anlamlandırmak, yokuşlarında patinaj yapmak bize özel bilgiler öğretmeli. Bize emanet edilmiş bir ömür var ve sorumluluk halkası boynumuza geçirilmiş. Eylemi söylemine uyan, söylemi hikmetle yoğrulmuş, hikmeti hakikatten alan bir beşer üstü planla beşere ancak reçete sunabiliriz, sunulmuş. Dünyayı düzeltebilmek, dünyamızı düzeltebilmekle mümkündür. Kerahet uykusu görünümlü ölüm uykusundan uyanmak çaremiz olabilir. Nasıl? Bize sunulan ikramları görmekle, hayatın hepimize yettiğini farketmekle, idrak algılarımızı açmakla mümkün olabilir. Durup düşünmekle. Bir an olsun durup ‘‘ düşünmek, akletmek ve fikretmekle’’ mümkün.
Yukarıda saydığımız olumsuzlukları hayra dönüştürmekle mümkündür daha güzel günler. ‘‘Ayağına batan dikenler aradığın gülün habercisidir.’’şiarıyla, ayağımıza batan dikenleri gül bostanına dönüştürebiliriz. Zira kâinatın ulu imparatoru, çoğu şer gibi görüneni hayra dönüştürebilir. Yeter ki doğru iz üzre olabilelim.