Dünyalı bir varlık olarak insan
İnsanın ilginç bir varlık olması, onun
sadece anotomik, değil sosyolojik ve psikolojik boyutlarıyla daha belirgin
olmaktadır. Çok farklı bileşenlerin içerisinde şekillenen insan ve onun ortaya
çıkan sosyal formu bizim için de sürprizler taşır. Çünkü farklı aile, anlayış,
yapı ve kültürlerin içerisinden süzülerek ve demlenerek gelen insan, neticede
bu aldıklarını yansıtacaktır.
Muhammed Kutup’un oldukça erken bir dönemde
okuduğum “İnsan Psikolojisi Üzerine Etütler” kitabının temel tezi, Kur’an-ı
Kerim’de ifade edildiği üzere insanın çift kutuplu bir varlık olmasıdır. Şems
Suresi’nde “insanın fücuru ve takvası”ndan bahsedilmesi bu gerçekliğin
temelindeki ana cümle olarak görülebilir.
Kutsal kitaplar insana dair bir hikaye
anlatmaktadır. Buna göre insan, Allah tarafından yaratılarak Cennet’e yerleştirilmiş
ve orada yaptığı hata sebebiyle yeryüzüne hubut eylemiştir. Dolayısıyla insanın
geldiği yer ve kaynağı bu hikayeye göre bellidir. Yine fani olan insanoğlu için
varılacak yer de (destination) kendi irade ve tercihleri sonunda belirecektir.
Dinlere göre de “asıl yurt” ahiret alemi olup dünyalılık geçicidir.
Fakat işin ilginç yanı insan için gördüğü
yegane mekan dünyadır. Dolayısıyla dünyalılık henüz başka bir mekan bilmediği
için bir cazibe oluşturmaktadır. İnsan kendi içinde meşrulaştırmalar ve anlatılarla
dünyayı yegane yaşam alanı sayan bir yanılsamaya girebilmekte ve bütün ilişkilerini
bunun üzerine kurabilmektedir. Bizim dünyevileşme ya da sekülerleşme dediğimiz
fenomen de bu süreçte işler ve kendisini gösterir. İmam-ı Gazali’ye göre de,
insanın dünyayı imar etmelerinin yegane sebebi de gaflettir. Yani Allah’ı
unutmak ve tamamıyla dünyaya dalmaktır.
Modern zamanlarda insana dair farklı
hikayeler yazıldı. Darwin aşkın olana göndermede bulunmadan dünya sınırları
içerisinde ve biyolojik düzlemi takip ederek ona bir hikaye yazdı. Bu hikayenin
en önemli eksiği insanı kuşatacak bir metafiziği olmamasıydı. Burada metafiziği
daha çok anlamlandırma bağlamında düşünmekteyim. Yani insana yazılan bir
hikayenin burada yani dünyada bulunuşuna dair bir “anlam” üretmeli ve
nihayetinde onun faniliğini de dikkate alan bir kuşatıcılıkta ona bir şey
söylemelidir. İnsan denilen varlığa gelinceye kadar bir evrimin olup olmadığı
kanaatimizce ikinci derece önemlidir. Önemli olan bu tür hikayelerin insan
gerçekliğini bütünüyle kuşatan bir metafizik ortaya koyabilmeleridir.
Habermas günümüzde üç önemli değişime
vurgu yapmaktadır ki, bunları aynı zamanda bir problem olarak görmektedir.
Bunlardan birisi de, dinin hikayelerinde insan karanlıktan gelmekteydi. Fakat
bugün insan teknoloji üzerinden tabizi caizse yeniden yaratılabilmektedir. Gen
teknolojileri, kopyalama, cinsiyet ve genetik özelliklerini belirleyebilme vb.
Modern zamanlarda yeniden yaratılan bu insanın da bir metafiziği yok ve tamamen
dünyalı bir varlık olarak varsayılıyor. Bu perspektif insanın niçin dünyada
bulunduğu ve öldükten sonra onu neyin beklediği sorusuyla ilgilenmiyor.
Kanaatimizce dünyanın bu kadar çatışmacı
hale gelmesi ve çivisinin çıkmasının nedeni, insanın dünyaya karşı tavrının nasıl
olacağına dair bir dönüşümün belirleyici hale gelmesidir. Bu, dünya için çalışılmayacağı
anlamına asla gelmez. Fakat dünya insanın nihai mekanı değildir.
Habermas’ın tehlike olarak gördüğü
ikinci nokta, artık dünyada insanların ekonominin diliyle konuşmaya başlamalarıdır.
Yani ekonominin dilinin günlük konuşma ve ilişkileri belirlemeye başlamasıdır.
Bunun insan üzerindeki yansımaları ve oluşan problemleri de gelecek yazıda ele
alalım inşaallah.