Dolar (USD)
34.57
Euro (EUR)
36.00
Gram Altın
3017.21
BIST 100
9549.89
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
12 Nisan 2019

Dünya ve “dünya-görüşü

“Dünya” üzerinde yaşadığımız gezegenin ismi; “dünya- görüşü” ise insanın dünya serüveni ile alakalı kanaatleri. Bu nedenle her insan belli bir dünya – görüşü içerisinde yaşar. Daha doğrusu her toplum farklı bir dünyadır. O dünya insanı üretir, insanda o dünyanın devamına katkıda bulunur. Tıpkı bir lisan gibi. İnsan evvela yaşadığı toplumun lisanını öğrenir yani içselleştirir. Sonra o lisan ile iletişime girerek onu tekrar üretir yani dışsallaştırır.

İçselleştirme ile toplum insanı üretirken, dışsallaştırma ile de insan toplumu üretir. Bu böyle olmakla birlikte elbette ki mekanik olarak işleyen bir düzenek değildir. Yani insansızlaşmış bir makine olmadığı gibi tarih de müdahaleden masum bir alan değildir. Eğer böyle olmuş olsaydı tarihte görülmüş olan büyük değişimler yaşanmamış olurdu.

Peki, bir “dünya-görüşü” nasıl üretilir?

Temel sorulara verilen cevap veya takınılan tavırlarla.

Bunu bir örnekle izah etmeye çalışalım. “Ben neden dünyaya geldim?” sorusu her aklı başında insanın sorabileceği bir soru. Kimi dünya- görüşü sorunun devamına imkân sağlarken kimisi de öyle bir cevap verir ki sen artık akabinde başka bir soru soramaz ve anlam arayışından vazgeçersin.

Mesela varoluşçu felsefe bunu fırlatılmışlıkla izah eder. Fırlatılmışlık içerisinde iki mesaj taşır. İlki beyhudelik ikincisi ise tarihsellik yani özsüzlük… Beyhudelik dünyaya gelişin anlamdan, amaçtan, gayeden arî olması iken özsüzlük insan olmanın sana kazandırdığı bir niteliğin olmaması iddiasıdır. Sen hangi tarihte nerede dünyaya gelmişsen ‘o’sun. “Hakikat” diye bir şey yok. Daha doğrusu kalıcı olan ve değişmeyen hakikat yok. Hakikatin de tarihi var. Sen kendi zamanının çocuğusun, o zaman dilimi içerisinde herkes gibi ol ve ömrünü tüket.

Günümüzde bunun en bariz örneği kapitalizmin insana telkin ettiği çağdaş dünya- görüşü. Sen bir tüketicisin, ne kadar fazla tüketirsen o kadar insansın, ne kadar çok para kazanırsan o kadar başarılısın. Zira tüketmek ereğine o kadar fazla ulaşmış olursun.

Burada temel sorulara karşı takınılacak tavrın ipuçları da saklı, “nereden ve neden geldim? Dünya ya gelmemi sağlayan bir güç var mı? Varsa bana yüklemiş olduğu misyon ne? Hayatı mı nasıl yaşamalıyım? Nereye gidiyorum? Gideceğim yerde beni ne bekliyor? Ölüm ne demek?” Bu ve benzeri soruları kendine problem edinme; sen tüket ve eğlen. Herkesin içine karış ve kaybol.

Şayet “herkes” olmayı içine sindiremeyecek yapıda isen al sana sosyal ve siyasal sorunlar, onlarla uğraş. Bak bunlar da o sorunların hazır reçeteleri ideolojiler, var bunlarla oyalan... Bu ideolojilerle toplumunu hırpala onu geri kalmışlıktan kurtar.

Evet, ne enteresandır ki Batı-dışı toplumlar bir asrı aşkın süredir toplumunu kurtaran liderlerin tasallutu altındadır. Amaç apaçık: Çağdaş medeniyet trenine bir an önce binebilmek.

Bu meyanda Nakib el-Attas dünya görüşlerini iki ana bölüme ayırır. “İslam” olan ve olmayan dünya-görüşleri. İslam: Bütün peygamberler tarafından getirilen dinin ortak adı. Demek ki bu Hz. Âdem’den beri süre gelen bir dünya-görüşü. Peki, bu “dünya-görüşü”nün mümeyyiz vasfı ne? Sorunun cevabı çok basit: Vahiy…

Temel sorulara “vahiy” ile verilen cevap vasıtasıyla oluşan bir dünya-görüşü.

Diğer kanadın ise en bariz vasfı insanları temel sorulardan uzaklaştırmak, bunun için avutmak; uzaklaştıramadıklarını ise ideolojilerin “dini” pençeleri altında kontrol altında tutmak. Amaç apaçık: Egemenin hâkimiyetinin sorgulanmasını engellemek

Başka bir ifade ile dünya üzerinde “tevhit” ve “adalet” şiarları ile yüklü bir siyasalın güçlenmesine imkân tanımamak.