Dolar (USD)
35.18
Euro (EUR)
36.53
Gram Altın
2966.40
BIST 100
9724.5
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

​Dünya Tevazu Günü

Tek gerçek vardır: Kendini korumak… Kendini korumanın tek yolu vardır: Kibre kapılmamak… Kibre kapılmamanın tek yöntemi vardır: Zamanın bermutat aktığını ve nihai durağın ölüm olduğunu düşünmek… Ancak böylece güzelleşir hayat. Doğrusunu söylemek gerekirse hayatı güzelleştirmenin bir başka yolu da yoktur. Yok saydığınız hangi şey, size güzellik vaat edebilir ki? Belki de bu yüzden, o amansız Kuzey-Güney Savaşı’ndan Kuzeyliler galip geldikten sonra Abraham Linkoln’ün ilk icraatı Amerika vatandaşlarına tevazuyu hatırlatmak oldu. Köleliği kaldırma sürecinin önemli stratejilerinden biri olan “tevazu” hatırlatması gerçi hayatına mal oldu ama bu icraatı onun tarihteki yerini onurlu bir konuma yerleştirdi. Savaşın hemen ardından zafer sarhoşluğunun kibre dönüşmemesi için yılda bir kez “Amerika Tevazu Günü” ilan etti. Oldu, olmadı, başka konu ama zafer sonrasındaki bütün büyük liderlerin yaptığı gibi bir aşırılığı dengelemeye yönelik ortaya konan böylesi bir iradeyi alkışlamak gerekir. Zafer sarhoşluğunun kibre, kibrin ufuk daralmasına, ufuk daralmasının dünyayı daracık bir yere dönüştürmesine yönelik bir meydan okuma, kimin tarafından, kime karşı, ne adına olursa olsun, her zaman değerlidir. Savaşın kirlettiği toprağı barış temizliyor. Dünyayı kibir kirletiyor, tevazu temizleyecek çünkü.

Doğrusunu söylemek gerekirse her türden tevazu girişimi bir köleliğe meydan okuma biçimidir. Amerika Birleşik Devletleri’nde köleliği sürdürmek isteyen Güneyliler aynı zamanda kibrin de savunucuları idiler. Böylece kibir tahakkümün, tahakküm zenginliğini/konumunu sürdürmenin doğal gereksinimine dönüşmektedir. O süreçte, köleliği kaldırmak isteyenler ise Linkoln’ün şahsında tevazuyu simgeleştirmişlerdi. Kibir, kendini merkeze alarak kendi dışındaki her türden oluşumun alanını daraltmayı dayatır. Doğasında benliği merkeze alarak benlik dışını yok etmek vardır. Kibir ile yozlaşma ve ölüm arasındaki bağ tam da buradan kaynaklanmaktadır. Hayat çokluğa, çok uçluluğa, ötekine, meleze, karışıma vurgu yaparken ölüm tekliğe, tek boyutluluğa, benliğe, saflığa, katılığa atıfta bulunur. Böylece kibir ile tevazu arasındaki mücadele kendiliğinden hayat ile ölüm arasındaki didişmeye evrilir. Kibir kazandığında aynı zamanda ölüm, tevazu kazandığında aynı zamanda hayat kazanmış olur.

Her kavram, gerisindeki zihniyetin çağrışımıyla yol alır. Kibir ölümün elçisi olduğu için katılaşmaya, karanlığa, belirsizliğe, mutlak tanımlama üzerinden tanımsızlığa götürür. Tevazu hayatın elçisi olduğundan açıklığa, akışkanlığa, şeffaflığa, ışığa, nispi belirlenmişliğe vardırır. Her tarafı kapladığı ve karanlıkla ilgili olduğu için kibir görünmezdir. Özellikle de onu bütün hücrelerine işlemiş olanların görmesi mümkün değildir. Başkasına da yer açtığı, kendi alanını, kucağını, varlığını ötekine de münasip gördüğü için tevazu görünürdür. Mütekebbir kendini görmez, mütevazı kendini görür. Otoriter rejimlerin bir özelliği de kendini görmemeleri, kendilerinin farkında olmamalarıdır. Demokrasi kendini görme ve denetleme rejimi olduğu için insanlığın vardığı nihai yönetim sistemi olmayı hak etmiştir. Kibir, her yeri kaplama doğasına sahip olduğundan mütekebbir için denetim mikroskobik hale gelir ve onun gözünden hiçbir şey kaçmaz. Her yere, her şeye, her an müdahale hakkını kendinde bulur. Bütün ara mekanizmaları devre dışı bırakır. Eşyaya, oluşa, akışa yönelik bütün kategoriler ve hiyerarşiler devreden çıkar, tek bir iradeye mahkum edilir. Tek söz, tek eylem, tek varoluş, tek düşünce, tek tasarruf mutlak belirleyici hale gelir. Bu ise kelimenin gerçek anlamıyla bir iflas, hatta ölümdür.

Başlangıçta adı ne olursa olsun, ne yapar eder, rejimleri kibir otoriterleştirir. Haddizatında kibrin otoriterleştirmediği hiçbir davranış biçimi yoktur. Çünkü daha baştan, en başından beri, ateşin toprağa meydan okumasıdır kibir. Ateş Tanrı’ya şöyle der: Ya, öyle mi, ben varken, bu zavallı toprağın hamuruna neden ihtiyaç duyulur ki? Şeytan’ın sözcülüğünü üstlenen kibir hayata dair her türden çeşitliliği ortadan kaldırmanın pratik zemini olarak otoriter rejimleri seçmiştir. Bugün meşruiyetini nereden alırsa alsın, neye hizmet ediyor olursa olsun bütün otoriter rejimler, kendi dışındakini, ötekini, ayrıksı olanı, istisnayı ortadan kaldırmanın stratejisini güttükleri için kibrin hizmetkarı ve kötülüğün sözcüleridir. Kibrin tevazuya saldırması ateşin toprağa, alevin yeşertiye, Şeytan’ın insana, otoriterliğin demokrasiye, ölümün hayata karşı mücadele etmesi demektir çünkü. Ve belki de bu yüzden, tam da bundan dolayı, bir Dünya Tevazu Günü olmalıdır.

Varılan hiçbir yer, hayaldeki gibi olmuyor maalesef. Amerika’da savaşı Kuzeyliler kazandı ama tevazu kaybetti. Savaşın hemen ertesinde “Amerika Tevazu Günü” ilan eden adamın suikaste kurban gitmesi, kibrin tevazuyu katletmesinden başka neyle açıklanabilir? Bugün dünyanın en kibirli devleti Amerika Birleşik Devletleri’dir. Üstelik kölelik de devam etmektedir. Zahiren Kuzeyliler kazanmış olsa da dünyayı Güneyliler yönetmektedir. Pamuk tüccarları iflas etmemiştir, köleliğin rengi değişmiştir. Kibrin en tehlikeli biçimi tevazu elbisesini giymiş olanı, demokrasinin en katlanılmaz biçimi otoriterlik elbisesi kuşanmış olanıdır. Biz aslında doğal halimizle çok iyiydik, çok güzeldik. Belki biraz monarşi, biraz meşrutiydik. Belki biraz cumhuriyet, biraz demokrasiydik. Bir şeydik ama bir şeydik. Bize ne olduysa kibirden oldu, bize ne yaptıysa maskelerimiz yaptı.