Dünya Tevazu Günü
Tek gerçek vardır: Kendini korumak… Kendini korumanın tek yolu vardır: Kibre kapılmamak… Kibre kapılmamanın tek yöntemi vardır: Zamanın bermutat aktığını ve nihai durağın ölüm olduğunu düşünmek… Ancak böylece güzelleşir hayat. Doğrusunu söylemek gerekirse hayatı güzelleştirmenin bir başka yolu da yoktur. Yok saydığınız hangi şey, size güzellik vaat edebilir ki? Belki de bu yüzden, o amansız Kuzey-Güney Savaşı’ndan Kuzeyliler galip geldikten sonra Abraham Linkoln’ün ilk icraatı Amerika vatandaşlarına tevazuyu hatırlatmak oldu. Köleliği kaldırma sürecinin önemli stratejilerinden biri olan “tevazu” hatırlatması gerçi hayatına mal oldu ama bu icraatı onun tarihteki yerini onurlu bir konuma yerleştirdi. Savaşın hemen ardından zafer sarhoşluğunun kibre dönüşmemesi için yılda bir kez “Amerika Tevazu Günü” ilan etti. Oldu, olmadı, başka konu ama zafer sonrasındaki bütün büyük liderlerin yaptığı gibi bir aşırılığı dengelemeye yönelik ortaya konan böylesi bir iradeyi alkışlamak gerekir. Zafer sarhoşluğunun kibre, kibrin ufuk daralmasına, ufuk daralmasının dünyayı daracık bir yere dönüştürmesine yönelik bir meydan okuma, kimin tarafından, kime karşı, ne adına olursa olsun, her zaman değerlidir. Savaşın kirlettiği toprağı barış temizliyor. Dünyayı kibir kirletiyor, tevazu temizleyecek çünkü.
Doğrusunu
söylemek gerekirse her türden tevazu girişimi bir köleliğe meydan okuma
biçimidir. Amerika Birleşik Devletleri’nde köleliği sürdürmek isteyen
Güneyliler aynı zamanda kibrin de savunucuları idiler. Böylece kibir
tahakkümün, tahakküm zenginliğini/konumunu sürdürmenin doğal gereksinimine
dönüşmektedir. O süreçte, köleliği kaldırmak isteyenler ise Linkoln’ün şahsında
tevazuyu simgeleştirmişlerdi. Kibir, kendini merkeze alarak kendi dışındaki her
türden oluşumun alanını daraltmayı dayatır. Doğasında benliği merkeze alarak
benlik dışını yok etmek vardır. Kibir ile yozlaşma ve ölüm arasındaki bağ tam
da buradan kaynaklanmaktadır. Hayat çokluğa, çok uçluluğa, ötekine, meleze,
karışıma vurgu yaparken ölüm tekliğe, tek boyutluluğa, benliğe, saflığa,
katılığa atıfta bulunur. Böylece kibir ile tevazu arasındaki mücadele
kendiliğinden hayat ile ölüm arasındaki didişmeye evrilir. Kibir kazandığında
aynı zamanda ölüm, tevazu kazandığında aynı zamanda hayat kazanmış olur.
Her kavram,
gerisindeki zihniyetin çağrışımıyla yol alır. Kibir ölümün elçisi olduğu için
katılaşmaya, karanlığa, belirsizliğe, mutlak tanımlama üzerinden tanımsızlığa
götürür. Tevazu hayatın elçisi olduğundan açıklığa, akışkanlığa, şeffaflığa,
ışığa, nispi belirlenmişliğe vardırır. Her tarafı kapladığı ve karanlıkla
ilgili olduğu için kibir görünmezdir. Özellikle de onu bütün hücrelerine işlemiş
olanların görmesi mümkün değildir. Başkasına da yer açtığı, kendi alanını,
kucağını, varlığını ötekine de münasip gördüğü için tevazu görünürdür.
Mütekebbir kendini görmez, mütevazı kendini görür. Otoriter rejimlerin bir
özelliği de kendini görmemeleri, kendilerinin farkında olmamalarıdır. Demokrasi
kendini görme ve denetleme rejimi olduğu için insanlığın vardığı nihai yönetim
sistemi olmayı hak etmiştir. Kibir, her yeri kaplama doğasına sahip olduğundan
mütekebbir için denetim mikroskobik hale gelir ve onun gözünden hiçbir şey
kaçmaz. Her yere, her şeye, her an müdahale hakkını kendinde bulur. Bütün ara
mekanizmaları devre dışı bırakır. Eşyaya, oluşa, akışa yönelik bütün
kategoriler ve hiyerarşiler devreden çıkar, tek bir iradeye mahkum edilir. Tek
söz, tek eylem, tek varoluş, tek düşünce, tek tasarruf mutlak belirleyici hale
gelir. Bu ise kelimenin gerçek anlamıyla bir iflas, hatta ölümdür.
Başlangıçta adı
ne olursa olsun, ne yapar eder, rejimleri kibir otoriterleştirir. Haddizatında
kibrin otoriterleştirmediği hiçbir davranış biçimi yoktur. Çünkü daha baştan,
en başından beri, ateşin toprağa meydan okumasıdır kibir. Ateş Tanrı’ya şöyle
der: Ya, öyle mi, ben varken, bu zavallı toprağın hamuruna neden ihtiyaç
duyulur ki? Şeytan’ın sözcülüğünü
üstlenen kibir hayata dair her türden çeşitliliği ortadan kaldırmanın pratik
zemini olarak otoriter rejimleri seçmiştir. Bugün meşruiyetini nereden alırsa
alsın, neye hizmet ediyor olursa olsun bütün otoriter rejimler, kendi
dışındakini, ötekini, ayrıksı olanı, istisnayı ortadan kaldırmanın stratejisini
güttükleri için kibrin hizmetkarı ve kötülüğün sözcüleridir. Kibrin tevazuya
saldırması ateşin toprağa, alevin yeşertiye, Şeytan’ın insana, otoriterliğin
demokrasiye, ölümün hayata karşı mücadele etmesi demektir çünkü. Ve belki de bu
yüzden, tam da bundan dolayı, bir Dünya Tevazu Günü olmalıdır.
Varılan hiçbir
yer, hayaldeki gibi olmuyor maalesef. Amerika’da savaşı Kuzeyliler kazandı ama
tevazu kaybetti. Savaşın hemen ertesinde “Amerika Tevazu Günü” ilan eden adamın
suikaste kurban gitmesi, kibrin tevazuyu katletmesinden başka neyle
açıklanabilir? Bugün dünyanın en kibirli devleti Amerika Birleşik
Devletleri’dir. Üstelik kölelik de devam etmektedir. Zahiren Kuzeyliler
kazanmış olsa da dünyayı Güneyliler yönetmektedir. Pamuk tüccarları iflas
etmemiştir, köleliğin rengi değişmiştir. Kibrin en tehlikeli biçimi tevazu
elbisesini giymiş olanı, demokrasinin en katlanılmaz biçimi otoriterlik
elbisesi kuşanmış olanıdır. Biz aslında doğal halimizle çok iyiydik, çok
güzeldik. Belki biraz monarşi, biraz meşrutiydik. Belki biraz cumhuriyet, biraz
demokrasiydik. Bir şeydik ama bir şeydik. Bize ne olduysa kibirden oldu, bize
ne yaptıysa maskelerimiz yaptı.