Dünya sistemi ve umut
Bu yaşımda ilk defa uzun süreli evde kalma mecburiyeti ile karşı karşıya kaldım. İnsani bir durum olarak tedbirlere uymak gerekiyor; evden dışarı çıkmanın oluşturduğu risk, bu tedbirleri elzem kılıyor. Psikolojik olarak en azından bilinç durumu olarak çıkamama hali zaten insana bir olumsuzluk duygusu veriyor. Bu noktada insanlar ümit etmek istiyorlar.
Yaşadığımız bu süreçte canımı sıkan noktalardan bir tanesi, bazı yorumcuların coranavirüs üzerinden bir tedhiş yaratmaya çalışmaları. Sosyal medya da bunları yayma konusunda epey mahir. Burada tam da Baudrillard’ın belirttiği bir şeyin sürekli olma ihtimalini bir korkunun egemenliği olarak toplumda tedhiş üretmek üzere devreye sokulması. Halbuki gerçekleri ifade etme üslubu son derece önemlidir.
Bir kere yetkililer, bu virüsün vereceği zararları en asgari düzeye indirmek üzere tedbirler alacaklardır. Bu tedbirlere insani bir durum olarak zaten uyuyoruz. Hatta yetkililerin yaptıkları toplantılarda aksi senaryoları da düşünerek, uzun vadeli toplumsal tedbirler alması olası ve lazımdır. Gıda başta olmak üzere temel ihtiyaçları toplumun gidermesini sağlamak vb.
Ancak öte yandan bu tür durumlarda toplumun en önemli beklentisi ümittir. Toplumda entelektüeller, yorum yapanlar elbette gelinen noktayı, nasıl önlemler alınabileceğini, durumları ele alıp yorumlayabilirler. Fakat bunu yaparken toplumda bir tedhiş ve ümitsizlik hali yaratacak tavırlardan uzak durmalıdırlar. Tanrı’nın olduğu yerde ümit de varolmaya devam edecektir.
Her halükarda İnşaallah bunu atlatacağız. Fakat esas bundan sonraki süreçte dünya sistemi nasıl olacak ve nasıl işleyecek? Burada sadece bazı problemlere değineceğim. Birincisi, global anlamda dünya sistemi iktidarı ile bilgi arasındaki ilişki. Bilgi, bugün insanların çok rahatlıkla ulaşabileceği bir metaya dönüşmüş durumda. Bu durum, insana ulaşabilirlik açısından özgürlük imkanları sunuyor görünüyor. Fakat öte yandan bu bilginin kaynakları açısından düşündüğümüzde, dünya sistemi bilgi üzerinde bir iktidara sahip. Bu da Foucault’nun bir sorunsal olarak tartıştığı disiplin toplumu ya da gözetim toplumunu daha çok gündeme getirmektedir.
Görülebildiği kadarıyla, artık bireyler ellerindeki makinalarıyla kolektif ilişkilerini asgariye indirerek, birebir bu bilgiyle muhatap olacaklardır. Dolayısıyla dünya ölçeğinde insanlar birebir aynı kaynaktan bilgilenen insanlar olarak artık yönlendirilebilir olacaklardır. Aslında yeni kurulan sanal sosyal ağlar ise, bu bilgilerin yeni sirkülasyon alanları olarak teyit görevi yükleneceklerdir.
Burada belki üzerinde durulması gereken en önemli kavram toplumların disipline edilmesidir. Disipline etme meselesi, özellikle toplumlarda bir takım unsurları tedhiş haline getirerek onlarda belirli davranış tarzlarını oluşturmak üzere harekete geçmektedir. Disipline etme, dış dünyada oluşturulan ölçülerle ister istemez belirli gerçeklikler yaratmakta ve bunları insan için içsel bir korku haline getirmektedir. Şimdilerde gen teknolojilerinden, yapay zekaya ve organizmaya yönelik çalışmalarla da sürekli desteklenmektedir.
Tam da bu noktada Habermas’ın daha önce de zikrettiğimiz “insanın yeniden yaratılması” mealinde dile getirdiği problemi hatırlatmalıyız. Aslınsa kadim bir problem burada tekrar gündeme gelmektedir; insanın iradesi ve seçimleri. Dünya sistemi yönetilebilirlik açısından insanın bu niteliklerine meydan okuyor. O, her şeyiyle disipline edilmiş bir yeni insan istiyor. Bakalım insan özgürlük ve iradesine yeniden sahip çıkabilecek mi? Özgürlüğünü koruyabilecek mi?