Dünya sistemi
“Dünya
sistemi” ifadesi geçmişten farklı olarak bazı değişimleri de artık içinde
barındırıyor görünmektedir. Bu bağlamda nasıl bir değişim sürecinden geçtiğine
ve bugün nasıl bir dünyanın karşımızda bulunduğuna bir bakalım.
Öncelikle
19. Yüzyılın sonları ile 20. Yüzyılın ilk çeyreğinde modernitenin doruk
noktaları yaşanırken, iki dünya savaşı ile birlikte Avrupa’daki faşist
iktidarlar modernitenin sorgulanmasına sebep olmuştur. II. Dünya Savaşı’nın
ardından oluşan çift kutuplu dünya bu gelişmenin bir boyutudur. Bir yandan
Amerika ve hinterlandı ile kapitalizm, diğer yandan Sovyet Rusya ve çevresi ile
Komünizm çift kutuplu dünyanın iki yakasını oluşturmaktaydı. Soğuk savaş dönemi
denilen bu on yıllar boyunca komünizm tehditine karşı Amerika ve Amerika
karşısında komünizm ikili kutup başı idiler. Rasim Özdenören’in “Yumurtayı
Hangi Ucundan Kırmalı” adlı kitabı bu dilemmaya işaret etmekteydi.
1970’li
yıllarda İslamcılığın tebellür etmesiyle “İslam” üzerine yapılan vurgular,
belki de 1979 İran Devrimi ile birlikte dünyada izlenmeye başlandı. 1989’da
doğu blokunun çöküşüyle birlikte Amerika ve kapitalizm karşıt kutbunu kaybetti.
Bu safhadan sonra düşman konseptine İslam oturtulmaya başlandı. Fakat bu
süreçte bugüne kadar tartışmasız kabul edilebilen gerçeklik; kapitalizm ile
birlikte Neo-liberalizmin tartışmasız hakimiyeti oldu.
Dünyadaki
tüm ülkeler ve hatta komünizm iddiasındaki ülkeler neo-liberalizme teslim
oldular. Söz gelimi; Çin net bir şekilde izlenebileceği üzere bu yönde ciddi
bir değişim geçirdi ve Amerika’nın ciddi bir rakibi haline geldi; fakat henüz
sistemin yükünü omuzlayacak kadar değil. Diğer yandan Asya’da gelişme gösteren
diğer ülkeler de benzer şekilde neo-liberalizmin çarkı içine dahil oldular.
Bu
arada İslam dünyası da aslında toplamda yeraltı, yerüstü, kültürel ve insan
zenginliklerine rağmen kendisine ait bir iddia sergileyemediği gibi neo-liberalizme
teslimiyetini farklı şekillerde göstermiş oldu. Dünya şu anda güç merkezleri
olarak çok kutuplu; ancak bu farklı renkleri içeren bir çeşitlilik değil, aynı
rengin farklı tonları şeklinde tezahür etmektedir. Bir başka deyişle, dünya
sistemi söz gelimi mavinin tonlarının izlenebildiği bir büyük harita olarak
görünmektedir. Dolayısıyla Batı’nın galibiyeti her anlamda devam etmektedir.
Doğrusu
gerek yerel düzeyde gerekse dünya ölçeğinde komünizm ve İslam adına kimi iddia
ve uygulamaların hepsi olumsuzlukla sonuçlandığından dolayı ideolojiler
negatiflikte birbirleriyle eşitlenmiş görünmektedirler. Dolayısıyla bu geleceğe
dair insanın yeni arayışlarında bir umutsuzluğu da ifade etmektedir. Fakat
neo-liberalizm gerçekte tüm dünya insanlığı için henüz kanıtlanmış bir başarı
gösteremediği halde, diğerlerine karşı mutlak galipmiş gibi muamele görmeye
devam etmektedir. Halbuki neo-liberalizm kanaatimizce adının konulması ve
kutsanmasına yetecek bir başarı hikayesi yazabilmiş değildir.
Açıkçası
neo-liberalizmin gücü insanın arzuları, hırsları ve yükselen taleplerinden
gelmektedir. Arzu, hırs ve talepler, özgürlük kavramının çeperleri etrafında
kutsanarak tüm insanlığın önüne bir eşya ve emtia sunumu şeklinde çıkmaktadır.
Tüm bu sunumları dünyada yaşayan insanların hepsi aynı oranda tüketebilecek
kudrete sahip olsalar, o zaman neo-liberalizmin refah yükselten gücünden
bahsedilebilirdi. Ancak durum çok daha farklı işlemektedir.
Giderek
tikellerin bütünle bağlantısızlığı, dünya sistemi kavramını farklı boyutlarıyla
konuşmayı anlamlı kılmaktadır. Çünkü “sistem” kavramı giderek yeni neslin de
jargonundan çıkmış görünmektedir.