Dünya sistemi 8
Tüketim bugün
dünyada kendi özgül ağırlığını aşan bir anlam kazanmış; hatta hayata ve insana
anlam verici bir öge haline gelmiştir. Bu sebeple bir tüketim toplumu ve
tüketim kültüründen bahsediyoruz.
Esasen tüketim
sorununun post/modern çağda işgal ettiği konumu ve etkiyi anlama konusunda
dünya çok gerilerde. Zira bir boyutuyla kapitalizm insanın “fücur” boyutunu
beslemekte ve ondan beslemektedir. Bu bağlamda tüketim de kendisine yönelik tüm
eleştirilere rağmen gündelik hayatın içerisinde insanlar arasında rekabetin
aracı haline gelmiştir.
Basit bir
şekilde düşünürsek; insanlar satın alma gücü olduğu sürece her türlü eşyayı
satın alacaklardır. Fakat temel sorun, satın alacak güçleri kalmadığında ürünler
nasıl elde edilecek, nasıl satın alınacak kısaca nasıl tüketilecektir?
Kapitalizmin yeni geldiği aşamada küresel dünyaya mal yetiştirmek üzere
durmadan üretim yapılmaktadır. Bu bağlamda üretim ve tüketim dengesinin
sağlanabilmesi için bu denli üretime tüketimin yetişmesi gerekmektedir.
İşte burada
dünya ölçeğinde “borçlanma” dediğimiz mekanizma devreye girmektedir. Belki
bazıları zaten insanların asırlar boyu ihtiyacı olunca çevresindeki insanlardan
borç aldığını söyleyerek itiraz edeceklerdir. Elbette itirazdaki bu bilgi
doğrudur. Nihayetinde güç sahipleri insanları borçlandırarak ve ödemelerini
imkansız kılarak sömürü yapmışlardır. Marx’ın yerleşik hayata geçildikten sonra
mülkiyetle birlikte sömürünün başladığını burada hatırlayabiliriz.
Fakat kapitalizm
sürecinde bizim sözünü ettiğimiz borçlanma çok devasa boyutlara ulaşmıştır. Yakın
zamana kadar insanlar eş, dost ve akrabalardan borçlanarak bunları geri ödeme
yoluna gitmekte idiler. Fakat kapitalizmin bu aşamasında ülkeler ciddi oranda
paralar basarak aslında karşılığı olmayan bir harcama kapasitesi
yaratmaktadırlar. Bugün reel ekonomiden öte finansal ekonominin ağırlık
kazandığı düşünülürse, varlıktan daha fazla basılan paraların aynı zamanda
borçlanmaları artırdığını görebiliriz. Özellikle son yıllarda Amerika’nın
bastığı ve dünyaya dağıttığı dolarlar, ciddi bir parasal genişleme oluşturdu.
Bu parasal genişleme aynı zamanda doğal olarak enflasyonist bir etki
oluşturmuştur. Şu anda hem Amerika hem de Avrupa ve hatta dünyanın farklı
ülkelerinde bu politikalar ciddi enflasyonu sonuçlamıştır.
Burada mevcut
gücüyle tüketemeyen insanlar, mevcut gelir ve varlıklarının üzerinde
borçlanarak hayatlarını sürdürmeye çalışmaktadırlar. Bu ilk önce kısa vadeli
borçlanmalarla sağlanmaktadır. Fakat tüketim sürekli bir olgu haline geldiğinde
borçlanmanın vadesi de uzamaktadır. Dolayısıyla kitleler her türlü
tüketimlerini geleceklerini ipotek altına alma pahasına uzun vadeli
borçlanmalara gitmektedirler. Nitekim Amerika’daki “mortgage” sistemi ile
insanlar 20-30 yıl borçlanarak bir ev almaktadırlar. Anlaşılmaktadır ki, en
temel ihtiyaç olan konut için bile insanların hayat boyu çalışmaları
gerekmektedir.
Gerçekte
insanın oturacağı ev hacet-i asliyesindendir; yani en temel ihtiyacıdır. Giderek
dünya ölçeğinde insanın hayatını sürdürmesi borçlanma ile olacak görünmektedir.
Dünya ölçeğinde yaşanan devasa borçlanma ise kitlelerin üzerinde bir yük
oluşturmaktadır. Finansal ekonomi ile borç yükünün fazlalığı daha çok güçsüz
kitlelerin üzerinde kalmaktadır. Bu ise dikkat edilirse tüm dünyada ciddi bir
gelir adaletsizliği yaratmış bulunmaktadır. Sadece dünya nüfusunun önemli
oranını barındıran Hindistan’ın durumuna bakmak bile, meselenin vehametini
kavramak açısından yeterli görünmektedir.
Borçlanma ise
son kertede insanı biyolojik bir yaşamla sınırlamakta, özgürlük ve iradesini
elinden almaktadır. İnsanlığın gelecekte bu yöndeki sorunları bu açıdan
dikkatle izlenmelidir.