Dünya sistemi (6)
Karl Marx
Kominist Manifesto isimli eserine “bütün insanlık tarihi sınıf savaşlarından
ibarettir” mealindeki sözlerle başlar. Onun yaptığı dönemleştirmede sömürü daha
sonra yerleşik hayata geçildikten sonra başlar. O kendi döneminde Sanayileşme
ile birlikte kitlesel bir emek gücünün açığa çıktığını görmüş ve bunu
sorunsallaştırmıştır. Bu sınıf savaşlarını proleterya durduracak ve dünyanın
sonunda sınıfsız bir topluma geçilecektir.
Marx’ın bu
hikayesinde elbette gerçekleşmeyen birçok durumlar oldu. Fakat bu okumaların
bize verdiği önemli anahtar kavramlar vardır ki, bunlar emek, sömürü, sosyal
sınıflar şeklinde kabaca ifade edilebilir. Aslında insanlık tarihine kısa bir
bakış, sorunsallaştıracak konular bağlamında insanlar arasında belirli
ittifaklar oluşturur diye düşünüyorum.
Kur’an-ı
Kerim’in gerek tarihsel anlatımları gerekse problematik alanlarına baktığımızda
Marx’ın dikkat çektiği anahtar kavramları görebiliriz. Fakat Kur’an’ın totalde
söylemek istediği ana tezinde iki noktanın altı çizilebilir. Birincisi, tüm
insanlık tarihi hak ve batıl çatışmasından ibarettir. İkincisi, batıl Kur’an’ın
anlatımında gücün merkeze alınarak inşa edilen düşünce ve geniş anlamda dünyayı
tanımlarken, hak ise hakikatin merkeze alınarak, insanların ortaya konulan
düşünce ve dünyayı ifade eder.
Yine Kur’an’ın
tarihi anlatımlarına baktığımızda, verdiği negatif örnekler gücü merkeze alan,
insanları kitleselleştirerek onların emeklerini sömüren ve haklarını geniş
insan topluluklarına vermeyen ve bunları bir azınlığa aktaran prototiplerdir.
Bu anlatımlardan insana dair önemli bir sonuç çıkarmak gerekiyorsa, insan
denilen varlığın engellenmediği taktirde diğerlerini tahakküm altına alarak
sömürmesi şeklinde bunu ifade edebiliriz. Şayet insana ait bir doğadan
bahsedeceksek, bu doğası hiç değişmemiştir.
Bu genel
nitelik teknolojik, sosyal, siyasal değişmelere rağmen değişmeden kalan bir
husustur. Ancak süreç içerisinde biçimleri, içeriklerinde değişmeler
gözlemlenmektedir. Bunu biraz da modernliğin insanlığın giderek ilerlediği
şeklinde açık ve örtük biçimde dillendirdiği yargının geçer(siz)liğini
sorgulamak bağlamında söylemekteyim. Doğrusu post/modern durumda varolan
tahakküm tarzlarının rafine biçimler alarak uygulandığına dikkat çekmeliyiz.
İnsanları sürekli sömürüye uğratan birinci nokta bu tarz değişimleri ise diğeri
de onların çaresizlikleridir. Kur’an’ın bahsettiği “müstazaf” denilen sınıf,
adı üzerinde her bakımdan çaresizleştirilmiş, zayıf düşürülmüş insanlar
güruhudur. Müstazafların bir niteliği de bu zayıflamanın giderek zihni ve
entelektüel kapasite açısından da kendisini göstermesidir. Bu kitle çoğunlukla
hayatını “biyolojik yaşam” etrafında harcamaktadır. Farabi El-Medinetü’l Fazıla
isimli eserinde toplum tiplerini ayırt ederken kendisini sadece biyolojik
yaşama adamış toplumlardan bahseder.
Günümüz dünya
sisteminin uyguladığı siyaset, toplum ve finans politikalarına baktığımızda,
müstazaflaşma stratejisi uyguladığı görülmektedir. Giderek orta sınıfların
zayıfladığı hayatta, çok büyük bir kitlenin sadece biyolojik yaşamını
düşüneceği (karnını doyurmak) bir dünya inşa olmaya başlanmıştır. Büyük
kitlelerin sömürüldüğü, emeklerinin hiçleştirildiği ve karnını doyurma
derdinden başka şey düşünemeyeceği bir yaşam tarzına doğru dünya evrilmiş
görünmektedir. Neticede insanların dünya ölçeğinde kendi biyolojik
ihtiyaçlarını nihai ufukları yaparak, başka bir şeyle ilgilenecek mecalleri
kalmamıştır.
Üstelik bundan
sonraki süreçte beden üzerindeki kontrol mekanizmalarının artırılarak yaşam
tarzlarının tüm detaylarına kadar belirlendiği; dolayısıyla daha iyi kontrol
edilebilir hale getirildiği bir duruma doğru gidişatı gözlemlemekteyiz. Dünya
sistemi bunları bir alışveriş modunda gerçekleştirmektedir; “ekmek istiyorsan,
yaşam tarzıma uyacaksın.”