Dünya sistemi 5
Geçen yazıda
dünya sistemine dair iki romandan bahsetmiştim. Bunlardan “Cesur Yeni Dünya”yı
zikretmiş ve onun üzerinden kontrol toplumunu anlatmıştım. Adım adım gelen ve
çerçeveyi insanlar için giderek daraltan kontrol toplumu yöntemlerinin bir
müddet sonra insan ruhuna nasıl eziyet vereceği daha iyi anlaşılacaktır.
Şimdilik çokça
zikredilen postmodernliğin bir şizofreniyi beslediği yargısını hatırlatmakla
yetinelim. Neticede bizzat hakikati parçalayan, zaten daha önceden sürdürdüğü
dualist yapıyla insanı da parçalayan post/modern düşüncenin önemli bir
sonucunun bu olduğu beklenmeliydi. Fakat gelinen nokta, postmodern yaşamın tüm
tezahürlerinin açığa çıktığı durumu henüz yansıtmamaktadır. Yani krizin daha da
derinleşmesini beklemeliyiz ki, bu insanı kilitleyen bir kriz olma
hüviyetindedir.
İkinci
romanımız zaten dünyanın gerçekleştirim olarak tecrübe ettiği ve aştığı George
Orwell’ın 1984 isimli eseridir. Orwell’ın bu romanı “gerçekliğin” bir gücün
hakimiyetine girmesi ve bu yönde sürekli değiş(tiril)meye maruz bırakılması
üzerine odaklanmaktadır. Hatta bu gerçekliğin değiştirilmesi için geçmiş gazete
nüshalarında bile değişiklik yapılmaktadır romanda. Fakat burada üzerinde
duracağımız temel sorunsal; dünya ölçeğinde hakim olan gücün “gerçekliği”
temellük altına almasıdır.
Bu durum birkaç
türlü sorunu önümüze getirmektedir. Birincisi, dünya ölçeğinde bilginin
güvenirliği, yayılışı ve içeriklerine dairdir. Bugün bilginin yaygınlığı ve
onun kolay ulaşabilirliği üzerine konuşulmaktadır. Doğrusu bir tuşa bastığınızda
bir konuyla ilintili birçok bilgiye ulaşmak kolaylaşmış görünmektedir. Fakat
bilginin küresel aktörler tarafından belirli araçlarla kontrol edildiği de bir
gerçektir. Böylece bilginin içeriği, yayılma sınırları ve üretilen yargılara
dair gücün hakimiyetini görmek önemlidir.
Nihayetinde tüm
dünya ölçeğine yayılan haber ve bilgilerin dünya ajanslarından birkaç kaynağı
bulunmaktadır. Televizyon kanallarının çeşitliliği ve farklı medya
kuruluşlarına rağmen haberlerin daha homojen kanallardan aktığı söylenebilir.
Geçmişte Avrupa’da nasıl kilise bilgiyi kontrol eden ve sınırlayan bir
mekanizma ise, bugün de küresel aktörler bu işlevi görmektedirler. Dolayısıyla
haber, film, dizi vb. üzerinden “hayat tarzı” yaratmak isteyen tüm bilgi
akışlarının homojenlikle malul olduğunu söyleyebiliriz.
Modernite
kendisini totaliter niteliklerle göstermişti. İnsanlığın evrensel çizgisinin
Batı tarafından çizildiği genel kabulünün ardından, tüm dünyanın bu çizgiyi takip
etmesi gerektiğine yönelik Batı’nın zecri yöntemlere başvurduğu bilinmektedir.
İşte bu evrensellik çizgisini sorgulayan postmodernizm bilmenin sınırlarını
süjenin sınırlarına çekerken bu şiddeti sona erdirdiğini iddia etmektedir.
Fakat kanaatimizce postmodernizm totaliter vasfını daha örtük biçimde işletmektedir.
İnsan ve toplum
arasında hiyerarşileri kaldırarak yanyanalığı getirdiğini savunan postmodern
dönemde giderek güç dengelerinin bozulması sonucu küresel güç odaklarının bir
kitleselleşme yarattığı görülmektedir. Böylece “otorite”yi kaldırdığını iddia
ederek otoriterliği bu küresel aktörlere vermektedir. İkinicisi, “herkesin
bilgisi kendine” demekle birlikte, global ölçekte üretilen “yaşam tarzı”nın bu
kitleselleşmeyi beslediğini kılık-kıyafet ve yaşam tarzlarına bile kısa bir göz
atışla görebilirsiniz. Zaten üretilen söylem ile bu yaşam tarzının dışında
kalmak isteyenler ise postmodern aforoz yöntemiyle dışarıda tutulmaktadır. Esas
sorun; insanlık bu paradigmanın dışına çıkabilecek midir? Toplumlar
paradigmanın içinden baktıkça, bir sorun görmüyorlar ancak tükeniyorlar.
Hz. Adem’den
(AS) bu yana dinlerin altını çizdikleri nokta; hakikat arayışıdır. Bu arayışı
kaybettiğiniz anda, siz de kaybolmuşsunuz demektir. En azından kendi
gerçekliğinizi kaybetmeyin.