Dolar (USD)
35.15
Euro (EUR)
36.75
Gram Altın
2965.36
BIST 100
9724.5
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
02 Kasım 2022

Dünya sistemi 5

Geçen yazıda dünya sistemine dair iki romandan bahsetmiştim. Bunlardan “Cesur Yeni Dünya”yı zikretmiş ve onun üzerinden kontrol toplumunu anlatmıştım. Adım adım gelen ve çerçeveyi insanlar için giderek daraltan kontrol toplumu yöntemlerinin bir müddet sonra insan ruhuna nasıl eziyet vereceği daha iyi anlaşılacaktır.

Şimdilik çokça zikredilen postmodernliğin bir şizofreniyi beslediği yargısını hatırlatmakla yetinelim. Neticede bizzat hakikati parçalayan, zaten daha önceden sürdürdüğü dualist yapıyla insanı da parçalayan post/modern düşüncenin önemli bir sonucunun bu olduğu beklenmeliydi. Fakat gelinen nokta, postmodern yaşamın tüm tezahürlerinin açığa çıktığı durumu henüz yansıtmamaktadır. Yani krizin daha da derinleşmesini beklemeliyiz ki, bu insanı kilitleyen bir kriz olma hüviyetindedir.

İkinci romanımız zaten dünyanın gerçekleştirim olarak tecrübe ettiği ve aştığı George Orwell’ın 1984 isimli eseridir. Orwell’ın bu romanı “gerçekliğin” bir gücün hakimiyetine girmesi ve bu yönde sürekli değiş(tiril)meye maruz bırakılması üzerine odaklanmaktadır. Hatta bu gerçekliğin değiştirilmesi için geçmiş gazete nüshalarında bile değişiklik yapılmaktadır romanda. Fakat burada üzerinde duracağımız temel sorunsal; dünya ölçeğinde hakim olan gücün “gerçekliği” temellük altına almasıdır.

Bu durum birkaç türlü sorunu önümüze getirmektedir. Birincisi, dünya ölçeğinde bilginin güvenirliği, yayılışı ve içeriklerine dairdir. Bugün bilginin yaygınlığı ve onun kolay ulaşabilirliği üzerine konuşulmaktadır. Doğrusu bir tuşa bastığınızda bir konuyla ilintili birçok bilgiye ulaşmak kolaylaşmış görünmektedir. Fakat bilginin küresel aktörler tarafından belirli araçlarla kontrol edildiği de bir gerçektir. Böylece bilginin içeriği, yayılma sınırları ve üretilen yargılara dair gücün hakimiyetini görmek önemlidir.

Nihayetinde tüm dünya ölçeğine yayılan haber ve bilgilerin dünya ajanslarından birkaç kaynağı bulunmaktadır. Televizyon kanallarının çeşitliliği ve farklı medya kuruluşlarına rağmen haberlerin daha homojen kanallardan aktığı söylenebilir. Geçmişte Avrupa’da nasıl kilise bilgiyi kontrol eden ve sınırlayan bir mekanizma ise, bugün de küresel aktörler bu işlevi görmektedirler. Dolayısıyla haber, film, dizi vb. üzerinden “hayat tarzı” yaratmak isteyen tüm bilgi akışlarının homojenlikle malul olduğunu söyleyebiliriz.

Modernite kendisini totaliter niteliklerle göstermişti. İnsanlığın evrensel çizgisinin Batı tarafından çizildiği genel kabulünün ardından, tüm dünyanın bu çizgiyi takip etmesi gerektiğine yönelik Batı’nın zecri yöntemlere başvurduğu bilinmektedir. İşte bu evrensellik çizgisini sorgulayan postmodernizm bilmenin sınırlarını süjenin sınırlarına çekerken bu şiddeti sona erdirdiğini iddia etmektedir. Fakat kanaatimizce postmodernizm totaliter vasfını daha örtük biçimde işletmektedir.

İnsan ve toplum arasında hiyerarşileri kaldırarak yanyanalığı getirdiğini savunan postmodern dönemde giderek güç dengelerinin bozulması sonucu küresel güç odaklarının bir kitleselleşme yarattığı görülmektedir. Böylece “otorite”yi kaldırdığını iddia ederek otoriterliği bu küresel aktörlere vermektedir. İkinicisi, “herkesin bilgisi kendine” demekle birlikte, global ölçekte üretilen “yaşam tarzı”nın bu kitleselleşmeyi beslediğini kılık-kıyafet ve yaşam tarzlarına bile kısa bir göz atışla görebilirsiniz. Zaten üretilen söylem ile bu yaşam tarzının dışında kalmak isteyenler ise postmodern aforoz yöntemiyle dışarıda tutulmaktadır. Esas sorun; insanlık bu paradigmanın dışına çıkabilecek midir? Toplumlar paradigmanın içinden baktıkça, bir sorun görmüyorlar ancak tükeniyorlar.

Hz. Adem’den (AS) bu yana dinlerin altını çizdikleri nokta; hakikat arayışıdır. Bu arayışı kaybettiğiniz anda, siz de kaybolmuşsunuz demektir. En azından kendi gerçekliğinizi kaybetmeyin.