Dünya Savaşı Çıkar mı?
ABD seçimlerini Biden değil de Trump kazanmış olsaydı, ne olurdu?
Şüphesiz değişen bir şey olmazdı, İsrail Soykırım’ı aynı
kararlılık ve şiddetle desteklenirdi.
Trump’ın açıklamaları biraz daha keskin, biraz daha sert olurdu, o
kadar.
Demek istiyorum ki,
Seçimleri kimin kazandığının, ABD’lilerin kime oy verdiğinin,
vermediğinin pek de önemi yok aslında.
Trump için uygun görülen rol,
1917 tarihli Belfour Deklarasyonu’nun tam 100. Yılında, ABD’nin Kudüs’ü
İsrail’in Başkenti ilan etmesiydi.
Belfour Deklarasyonu malûm; Lloyd Gegorge’un başbakanlığındaki
Britinya Savaş Kabinesi’ne Dışişleri Bakanı Arthur Balfour’un imza attığı ve
İsrail’in kurulması kararının ilan edildiği bildiri.
İngiltere, Belfour Deklarasyonu’nun içindeki 67 kelimeyle, o
sırada Osmanlı İmparatorluğu’nun bir parçası olan Filistin topraklarında bir “Siyonist Anayurdu” kurulmasını
destekleyeceğini açıkladı.
O günlerde, İngiltere başbakanının, dışişleri bakanının kimler
olduğu önemli değildi elbette, Siyonistler ne diyorsa, başta kimler olursa
olsun yapılacaktı.
Trump, Belfour Deklarasyonu’nun tam 100. Yılı’nda, Kudüs’ü Başkent
ilân etti, evet.
Bir de 50. yıl var; Teodor Herzl, Basel’de’ki 1897 Siyonist Kongresi’nde
“Ben burada İsrail Devletini kurdum, bu
en geç 50 yıl içinde gerçek olacak!” demişti.
İsrail Devleti, 14 Mayıs 1948’de ilân edildi, yani neredeyse tam
50 yıl sonra.
Siyonizm’in adımlarını “istikrarlı”
bir şekilde attığını ve takvime uyduğunu, bütün dünyayı da uydurduğunu
görüyoruz yani.
Acaba, Büyük İsrail’in “vaat edilen” sınırlara ulaşması için hangi
yılı kararlaştırdılar?
Siyonist Devlet’in ilan
edilişinin 100. Yılı olan 2048’i mi acaba?
Yıldönümleri dünyasına dalınca, insan biraz dağılıyor galiba.
Türkiye’deki İsrail güdümlü 28 Şubat darbesi 1997 yılında
yapılmıştı, Siyonist Kongre’nin 100. Yıl Dönümü’nde yani.
Yok, bu kadar ince hesap komplo teorisine girer!
O kadar ince ayar yapabiliyorlar mı, aklım ermez ama, İsrail’i
doğrudan ilgilendiren tarihlerin “tıkır tıkır” işlediğini görüyoruz.
Bugünlerde, hepimizi perişan eden Siyonist Soykırım’ı çaresizlik
içinde izlemenin ıstırabı kavuruyor bizi.
Bebeklere yanıyorsun en fazla, eline geçeni bir yerlere
fırlatıyorsun.
Kaç tane kumanda kırıyorsun!..
Enginlere sığmayıp taşmak istiyorsun, yapamıyorsun!
“Ordu Gazze’ye” diye haykırmak istiyorsun, “Ama nasıl, ama ya
sonra?” diyorsun.
Sayın Bakan Hakan Fidan, diplomatik dille, bütün Arap
devletlerinin İsrail’e, Siyonizm’e göbekten bağlı olduğunu ifade ediyor.
“Haklı” diyorsun.
Sonra…
Türkiye’ye bakıyorsun…
Tam bir pişmiş tavuğun başına gelenler durumu…
Gezi olaylarından bu yana uğradığı büyük kayıpların sadece maddi
boyutuna baksanız, toplamda bir trilyon doları buluyor…
Evet, alın elinize kâğıt kalemi, fırsat maliyetleri vesaire
hepsini hesaplayın en az bu kadar.
Türkiye ne üretiyor ki?
Kaç tane “küresel” markası var ki?
Enerjide de yüzde 80 dışa bağımlıysan, büyümek de dert!
Bu durumdan Allah’ın izniyle kurtulacağız da, hedef 2071 olabilir,
mesafeler o kadar açık.
Türkiye için iktidarda Sayın Erdoğan’ın olmasıyla olmaması
arasında büyük fark oldu, yapılamayanlardan bazıları yapıldı, savunma alanında
çok önemli adımlar atıldı, duble yollar, hızlı tren hatları yapıldı,
yapılmakta…
Yapılmakta da, bunlar el oğlunda uzun yıllar önce vardı.
En az 80 yıl geriden başladık bazı büyük işlere, biz yürürken diğerleri de yerinde saymadı
haliyle.
Siyonizm’in bu saldırısına, tam da ayağa kalkmaya çalışırken
yakalandık.
Dizlerimiz düşüp düşüp kalkmaktan dolayı yaralı, ekonomide büyük
zorluklar var, deprem felâketinin yaralarını sarmakla meşgulüz, Gazze’deki
soykırımı durdurmak için Sayın Erdoğan liderliğindeki ekiple elimizden gelenin
de fazlasını yapıyoruz.
Bir yandan da, önümüzü arkamızı kollamamız gerekiyor.
Sınır ötesi operasyonlarla vekalet savaşının kuklalarından PKK
Terör Örgütü’nü etkisiz hale getirmeye, İsrail’in “Kürt Devleti” numarasıyla kurdurmak istediği yeni “sömürge
devlet”i engellemeye çalışıyoruz.
Müslüman Kürtlere ölesiye düşman olan İsrail, Arz-ı Mev’ud yolunu
açmak üzere PKK Terör Örgütü’nü kullanıyor işte.
Türkiye’nin başının her zaman olduğu gibi, belki her zamankinden
de fazla dertte olduğunu herkes görüyordur herhalde.
Etrafımızda bir büyük savaş, bir dünya savaşı mı çıkacak?
Rusya ve Çin ile ABD birbirlerine mi girecek?
Bence bu kadarı olmayacak…
Hatırlayın, iki kutuplu dünyayı, ABD ile Sovyetler Birliği o kadar
birbirlerine çemkirdiler ama savaşmadılar.
Hep “soğuk savaş” olarak
kaldı o süreç.
Bizler ve bizim gibiler “güvenlik endişeleri” iyice artınca ABD’ye
sığındı, bizim gibi olmayanlar ise Sovyetler Birliği’ne..
Böyle böyle, yönettiler dünyayı.
Korkularla, tehditlerle…
İkisi birbirlerine çattıkça, küçük ve orta boy devletler korktu.
Sığınacak yer aradı!..
Kaynaklar da böyle, bu şekilde paylaşıldı.
Her paylaşım modelinin bir sonu var.
Değişmeyen tek şey değişim.
Sovyetler Birliği, değişim
rüzgârlarına dayanamadı, dağıldı.
Sonra yeniden toparlanmaya başladı.
Çin, ekonomisini geliştirdi.
Çatışma alanlarına girmeden, sinsi sinsi dünyaya yayıldı.
Ve geldik 3 kutuplu dünyaya.
ABD, Rusya ve Çin.
Ve aslında, bugün de görüyoruz ki…
Farklı tonlarda konuşsalar da, her üçü de bir şekilde “Arz-ı Mev’ud Projesi”ni desteklemekte.
“ABD, Siyonizm’in,
Evanjelizm’in kontrolünde ama Çin ile Rusya öyle değil!” diyenlere, her 3
ülkedeki güç odaklarına biraz daha yakından bakmalarını tavsiye ederim.
Bu arada, İran’ı unuttuk değil mi?
O da, tarih boyunca hep Müslümanlarla savaşmış…
Çok sıkıştırılırsa, birkaç hareket çekebilir mi bilmem?!
O da, görünüşteki üç kutuplu dünyadan en fazla payı kapabilmenin
derdinde olacaktır, öyle görünüyor!
Hadi bir de Mısır diyelim, orada da “ABD’nin iyi çocukları” iş
başında.
İşi temelden bitirdiler yani…
X
Son olarak:
Ümitsizlik yok elbet.
Zalimler yenilecek.
Rabbim vaadinden asla dönmez!.
Şu var ki,
Rabbim, vaadini rızasına
lâyık olanlar eliyle gerçekleştirecek.
O lâyık olanlar, bizler miyiz?
Tefekkür.