Dolar (USD)
35.18
Euro (EUR)
36.53
Gram Altın
2966.40
BIST 100
9724.5
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

Dünya kötüye gidiyor

Her şeyin daha kötüye gittiği bir dünyada yaşıyoruz. Nereden geldiği bilinmeyen olabildiğince yüzeysel, köksüz ama bir o kadar da nobran sayısız tazyikin altında dünya hızlıca irtifa kaybediyor, onunla birlikte insan da insanlık da bulunduğu konumdan aşağı çekiliyor. Bilincin kanatları üzerinde yükselen insanlığın ortak değerleri artık hayatın göz hizasında değil. Felsefenin derinliğinden, sanatın kapsayıcılığından, edebiyatın coşkusundan yükselen müziğin sesi ablak suratların, sert potinlerin çıkardığı gürültü tarafından emiliyor. Güzel şarkılar yerini kaba saba marşlara, ciddi söylemler yerini küçültücü önyargılara, iyi niyetler yerini ölümcül tehditlere bıraktı. İnsanlık yükseldiği yerden hızlıca aşağı, hem de insanın üstüne düşüyor.

Kanonik söylemler devri ne yazık ki çoktan kapandı. Ne Eflatun ne Aristo ne İbn-i Arabi ne Farabi ne Descartes ne de hatta Kant’ın insanlık yürüyüşüne çizdiği rotalar kaldı. Büyük bir düşün tam ortasından uyandırıldık, hep birlikte idam sehpasına yürüyor, yürütülüyoruz. Hem katil hem kurban hem cellat hem mahkum olarak pusulası şaşmış bir halde, yorgun argın ama çoğunlukla da şuursuzca dünyanın, devasa evren içindeki o tek ışığın, tek cennetin yok oluş ateşini yakmak için sıraya girmiş; kimimiz elinde kibrit, kimimiz o kibriti çakmak için sabırsızca bekleyen irade, kimimiz o ateşin içine her an atılmaya teşne, kimimiz sıranın kendisine geleceğinin farkında olmayan ahmak ama hepimiz, hepimiz elbirliğiyle bu büyük yol oluşa doğru savruluyoruz. Bin emekle, yedi kıta beş iklimden getirilen düşüncelerin harmanlanmasıyla yetiştirilen bu ağacın, bu insanlık ağacının tek bir kösnül darbeyle yere düşürülmesine şaşmamalı. Kırk akıllının yükselttiği binanın tek bir deli tarafından yerle bir olmasından daha doğal ne var? Ve elbette akıllılarımızı bağlayıp delilerimizi ortaya salınca, vicdanlarımızı susturup öfkelerimizi püskürtünce dünyanın da yapabileceği bir şey kalmıyor. Bize de kala kala bu trajedinin son perdesini hüzünlü, şaşkın gözlerle seyretmek kalıyor.

Gözlerimizi dünyanın neresine çevirsek tarumar olmuş bağlar, bahçelerle karşılaşıyoruz. Afrika’da açlık, Güney Amerika’da sefalet, Asya’da kaos, Avrupa’da ihanet, Ortadoğu’da ölüm var. İçinden zehir fışkırtmayan, bünyesinde zehir taşımayan hiçbir insanlık ideali, hiçbir gelecek stratejisi, hiçbir siyaset pratiği kalmamış. Her santimetre karesinden zehir fışkırıyor bu siyah taşın. Havası zehirli, rüzgarı zehirli, toprağı ve suyu zehirli… Düşünceler, duygular, eyleyişler, ilişkiler hepten zehirli… Zehirli bir dünyanın seyircileri, tanıkları ve failleri olmanın kaçınılmaz suçluluğunu yaşıyoruz… Hiç kimse rolünün dışına çıkmıyor, hiç kimse bir yerden, bir noktadan itibaren “artık yeter” deyip tek kişilik bile olsa inisiyatif almıyor. Uyuşturulmuş ruhlar, hipnotize edilmiş zihinler, gevşetilmiş bedenler hayatı o küçük dünyalarından ibaret sanarak dünyanın dışına atılacakları, sıranın kendilerine geleceği günü bekliyor.

Güneş artık batıdan doğuyor. Ve batıdan doğan güneş ışıtmıyor, ılıtmıyor, yeşertmiyor; tam tersine bütün yolları karanlığa, üşütmeye, açlığa, sefalete çıkarıyor. Çünkü biz o ışığa, içimizi aydınlatıp duran o öldürürken bile dirilten, yok edişinde bile incelik bulunan o buğuya, o kadim bilgelik büyüsüne sahip çıkmadık. Susarak sahip çıkmadık; vicdanımızın sesine kulak tıkayarak sahip çıkmadık; komşumuz dövülürken kapıyı içeriden kilitleyerek sahip çıkmadık; tembellik yaparak, haksızlık, adaletsizlik, liyakatsizlik yaparak veya en azından seyirci kalarak sahip çıkmadık. Ve en önemlisi de vardığımız yerde, yola çıktığımız yeri unutarak sahip çıkmadık. Sahip olduklarınıza sahip çıkmazsanız sahip çıkanlar sahibiniz olurlar. Güneşimizi çalanların peşinden koşmazsak onun ışığını elbette gözümüzü kör etmek için kullanırlar. Bizi döverlerken bir yumruk da biz sallamazsak yere düştüğümüzde elbette bin pişmanlıkla “ah şimdi olsa öyle mi yapardım” diye yazıklanırız. Zulüm, sadece zalimden mi kaynaklanır, mazlumun hiç suçu yok mudur? Hak gaspı sadece gasp edenin mi eseridir? Hakkı alınan, çalınanın çaldırmama sorumluluğu yok mudur? Bizi kandırdılar… Belki de kandırılmak istedik, ha... Buradaysak, böyleysek, eziliyorsak, hırpalanıyorsak, ayaklar altında çarçur ediliyorsak suçu hep başkalarında, başka yerlerde mi aramalı? Bütün mağlubiyetlerde “yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer vardır” dersen yenilgi alışkanlığa dönüşür. Hayır dostlarım, zafer yenilgilerle büyüyen bir şey değildir, bilenmenin, isyan etmenin, dur demenin, artık vakti geldi demenin, fatura ödemeye hazır oluşun kardeşidir zafer. Yenilgi asla zaferin kardeşi olamaz. Dünyanın bütün yenilgilerini toplayın tek bir zafer etmez, etmeyecek. Açlığa mahkum ediliyorsunuz, öldürülüyorsunuz, aşağılanıyorsunuz, yok sayılıyorsunuz, kimlikleriniz, kişilikleriniz onların ayakları altında inim inim inliyor ve ses çıkarmıyorsunuz ve yenilgiden medet umuyorsunuz öyle mi? Peh! Geçin bunların anam babam, geçin bunları dostum, kardeşim, geçin… Bir yerde, bir noktada durup “hayır” demeyi bilmeli insan. Düştüğü yerden kalkmalı ve meydan okumalı ne pahasına olursa olsun. Doğmak bir meydan okumaktır, yaşamak bir meydan okumaktır, eleştirmek elbette meydan okumaktır ve hayat kendini sadece meydan okuyanlara teslim eder. Hayır demeyi bilmeyen bireylere özgürlük kendi kendine gelmez. Hayır demeyi bilmeyen toplumların kaderi köleliktir, ötesi yok. Onamak kolay, karşı çıkmak zordur. Yalamak kolay, yutmak zordur. Yalakalık kolay, eleştirmek zordur. Gelgelim ki dünyayı bu badireden, bu yangın yeri olmaktan kurtaracak tek kelime de odur: Hayır! Amerika Birleşik Devletleri’nin dünyanın efendisi olmasını reddediyorum. Dijitalizmin kitabı öldürmesini reddediyorum! Kötü idarecilerin mazlum halkları sömürüp soğana çevirmesini reddediyorum! Hırsızlığı, adaletsizliği, nepotizmi, her türden fikir ırkçılığını reddediyorum! Kötünün iyiye, kötülüğün iyiliğe galebe çalmasını reddediyorum! Zalim yöneticilerin dünyayı hapishaneye çevirmesini asla kabul etmeyeceğim! Önce isyan, sonra onama gelir çünkü.. “La” demeden “illallah” olur mu?