Dünya ekonomisi nereye gidiyor?
Son yüzyıldır etkisini şiddetle hissettiğimiz kapitalizm, küresel ekonomide büyük problemlere neden oluyor.
Gelir dağılımı adaletsizliği, küresel ekonominin en büyük problemidir. Ama maalesef ki bu sorunu çözme konusunda ciddi bir gayret bulunmuyor.
Zenginler ve yoksulların arasındaki gelir farkının gittikçe büyüdüğü günümüz dünyasında zengin kesim lüks yaşam ve aşırı tüketim ile birlikte israf konusunda sınır tanımıyor.
Bir de orta gelir grubu var ki, üst gelir grubuna özenerek aynı hayatı yaşama arzusu ile gösteriş arzusuyla aşırı tüketim ve israf bataklığına doğru hızla ilerliyor.
Hâlbuki iktisat, itidal üzere hareket etme, harcamada tasarruflu olma anlamına geliyor.
Yani aşırılık yoktur. Çok fazla tüketim veya cimrilik yoktur. Orta yol vardır.
İktisat, okullarda her zaman “sınırsız insan ihtiyaçlarını kıt kaynaklarla karşılama bilimi” olarak öğretilir.
Evet, kaynaklar kıt ancak ihtiyaçların değil ihtirasların sınırsız olduğu gerçeği göz ardı ediliyor.
Servet biriktirmeyi ve tüketim maksimizasyonunu merkeze alan, kişisel hazzı önceleyen bir insan tipi oluşmaya başladı.
Bu da ahlaki problemlere ve sosyal refahın bozulmasına bu nedenle de iktisadi politikaların etkinsizleşmesine neden oluyor.
Bundan dolayı iktisat biliminde son yıllarda “davranışsal iktisat” konusu sıklıkla gündeme gelir oldu.
Tüm bilimlerde olduğu gibi iktisat biliminin merkezinde insan var. Ancak kapitalist iktisat insanı “homoeconomicus” yani rasyonel insan daha da açık bir ifade ile kendi çıkarını düşünen bencil insan olarak tanımlar.
Kişisel çıkarlardan önce toplumsal çıkarları öncelemeyen kapitalizm sürekli yeni ve her seferinde daha büyük krizlere yol açıyor. Küresel ekonomideki krizler tarihini incelediğimiz zaman bunu daha net bir şekilde görebiliriz.
Bu bakımdan iktisat bilimi; ahlakî, psikolojik, sosyal, siyasi, demografik ve tarihi birçok faktörü birlikte değerlendirerek insan refahını daha geniş bir çerçevede yeniden tanımlamalıdır.
Kitlesel üretim, aşırı tüketim ve israf değil, ihtiyaca göre üretim ve tüketim, servet biriktirme değil paylaşım, faiz değil ortaklık sistemi olmalı.
Küresel ekonomi hızla yeni bir krize doğru ilerliyor.
Ekonomik milliyetçilik artarken şirketokrasi güç kaybetmemek için türlü oyunlar oynuyor.
Bugün küresel servet 371 trilyon doları aşmışken bunun %33,6’sı Kuzey Amerika’da, %26,9’u Avrupa’da, %16,4’ü Çin’de toplanmıştır. Bu servetin yalnızca %0,8’i Afrika’ya gitmiştir.
Dünya nüfusunun en yoksul %50’lik kesiminin servetine denk servete sahip olan dolar milyarder sayısı yıllar itibariyle düşüyor. Yani servet her geçen yıl servet belli bir grubun elinde toplanıyor.
En zengin beş ülke ile en yoksul beş ülke arasındaki gelir farkı 2013 itibariyle 88 kat olarak tespit edilmiştir.
Zürih’teki İsviçre Federal Teknoloji Enstitüsü tarafından 43 bin ulus üstü şirketin ilişkilerinin incelenmesinden bin 318 şirket grubunun küresel gelirin %60’ını elinde tutan ciddi bir güç sahibi olduğu ortaya çıkmıştır. Bu dev, avcı çekirdek grup birbirine sıkı sıkıya bağlı 147 şirketten oluşmaktadır.
Küresel gelir hızla tekelleşirken kapitalizmin sebep olduğu krizler sıklaşıyor ve daha fazla hasar veriyor.
Küresel hegemonik güç değişiminin yaşandığı günümüzde gelecek dönemde yeni kurallar var olacaktır.
Bu hususta Türkiye’den beklentiler büyük.
Akademisyenlerin, siyasetçilerin, sivil toplum kuruluşlarının ve iş adamlarının bir araya gelerek yeni bir iktisadi sistem için ortak çalışmaları gerekiyor.