Dünya, dünyalı son virajda mı.
Hayatın akışını anlamaya çalıştığımız düşüncelerde, hayatın tarumar oluşu insanı ürkütüyor. Herkes her şeye yorgun; ama herkes her şeye sahip olmanın amansız iştahında. Dünya hiç olmadığı kadar, ruhuyla ve bedeniyle birbirinden uzakta. Mana, ölmüş bir balık gibi sahile vurmuş. İnsan, insanlığın cenazesini çoktan kaldırdı. Çok çeşitli tanımlamalar getirilebilir dünyanın içinde bulunduğu ahvâle; lakin ben şöyle diyorum: dünya, ahiret provasında, provasını yaptığınız hazırlığın gerçek sınavı yakındır demektir. Zannımca –hiç şüphesiz- son demlerini oynuyor dünya. Dünya ölüm anına çok yakın. Dünya, dünya olalı bu kadar beter bir hâle ulaşmamıştı. Bu bir karamsarlık tablosu değildir. Dünyanın bu son şekli cidden bir başka, dünyanın yuvarlandığı son çukur, dünyanın bahtındaki bu son kırışıklıklar tiyatral bir mecaz değildir, şiirsel bir ima, düşüncesizce kurulan bir imla hatası değildir dünyanın bu son provası.
Dünya dediğime bakmayın, asıl dünyalı demek istiyorum şu jiletli ayazlarda huzur arayan dünyalı, dünyalı demek istiyorum, bahar güneşlerindeki huzura şeytanı davet eden dünyalıyı kastediyorum. Dünyalı hiç olmadığı kadar güçlü ve zayıf. Dünyalı hiç olmadığı kadar nimet içinde ama lezzete yabancı, her şeyin keyfiyetinde dünyalı; ama her şey acı. Dünyanın dünyalı vasıtasıyla kaptığı bu acı, bu ağır hastalık, bu çirkin cüret, bu hesapsız kazançların bir bedeli olmayacak mı. Dünyalı ölmeden siyah bulutların yas deminde, yani ölmeden azap velvelelerinde.
Bu azgın iştah, bu kusursuz hırs, bu tersyüz niyet, bu inatçı ve akılsız başın hâli de ne, neyin nesi bu ölçüsüz emellerimiz, dünya ve dünyalı asıl azap salgınında. Dünya ve dünyalının kaybettiği ufuk neresi. Çilesi taa ötelerden görülen dünyalının iliklerine kadar battığı bataklığı neden kabullenemiyor insan. Çok şey yazılabilir aslında; ama sırılsıklam ölümden bile pâyelenemeyen insan, adamakıllı susmalı, hayret libasıyla susmalı; ancak susmak bir ifadedir şu son hâlimize, susmak bir ifadedir, çıldırmışlık asrının insanının kendini hapsettiği tımarhanenin hayretine susmalı.
Ben bu asrın insanından ve bu asrın azabından, azabı ve merhameti kendinde toplayana sığınıyorum. Ben bu çağa çağdaş olmaktan, her çağa çağdaş olan anlayışın kıyısına yalvarıyorum. İnsanı ‘imkân’ olarak gören ve azıtan bu çağdan, tek bir ferdi bile ayırt etmeden, ‘‘ne olursan ol gel’’ deyip, insanı ‘‘eşrefi mahlûkat’’ gören eşsiz inancın sahibine mutmain bir bekleyişle tapıyorum…
Bu asır, dünya, dünyalı, çadırını söküp ölüm kervanına son parasıyla bilet almış gibi. Ağzı kuru, ağzı kireç tatmış gibi bir ölüm kıyamında her şey. Her şey o kadar aslına muhalif ki, hemen herkes aslına astarına o kadar keder selinde ki... Asır ve insan, bu biçim fıtratına isyan edeli başka bir tecrübe yaşamış mıydı tarih…
İnsan düşünüyor işte ve acıyor insanın kalbi, öğütülmüş, değirmene değmiş gibi kalp. Tam duyamıyorum, bir daha söyler misin, ne olacak cenazesi dünyanın. Evet, bu bir ümitsizlik terennümü de değildir. Bu fasıl, son faslın aslı mı. Tam, tastamam şu sızı, sanki son nakaratı dünyanın. Dünya dünya olalı, bu biçim gebe kalmış mıydı bu kadar çıldırmışlığa… Ölüm mevsiminin dirilişine çok yakın dünya. Ölüm dirilişinin yası mı olur. Seyyahı olduğumuz bu dünyanın konağı mı olur…