Dünün hakikati, günün maskesi
Dayatmaların insan ruhunu işgal ettiği bir çağa erdik. Mahalle baskısı adı altında her günümüzü bir kutlama etkinliğine ayırdık. Bir günden ötekine bir kutlama aldatmacası maskesi altındaki dayatmalarla karşı karşıyayız. Kapitalizmin içimizdeki müsriflik duygusunu sürekli kaşımasıyla kendimizi alışveriş merkezlerinde buluyoruz. Başına herhangi bir kelime uydurdukları sözüm ona bilmem ne günümüzü kutluyorlar. Kutlayan onlar ancak parasını biz ödüyoruz. Alın teriyle kazandığımız iki kuruşumuzu, materyalizmin dişlileri arasında dünyalık heveslerin eğlencesinde dayatılan günler uğruna harcıyoruz. Günün sonunda ise elimizde kutlama yapmış ve sevdiklerimizi hatırlamış olmanın tesellisi kalıyor.
Aslında hepimiz
bireysel olarak yalnızlığın koynuna gizlenip kendimizi içinde bulunduğumuz dünyadan
ne kadar çok soyutlamak istiyoruz. Ancak bir başına kalmışlığa hasret bir yaşam
sürüyoruz. Evde, sokakta, iş yerinde velhasıl hayat adına bulunduğumuz her
yerde sosyallik bir virüs misali gelip yakamıza yapışıyor. Bilmem kaç artı bir
evlerimizde gecenin bir yarısında kendimize ait yalnız kalabildiğimiz tek yer
olan balkonlarımız dışında başka bir yerde kendimiz olamıyoruz. Bu işgal
hareketi o kadar kapsamlı ki kendimiz olmaya veya kendimiz kalmaya vaktimiz
dahi olmuyor.
Hepimiz hayat
çilesinin gönüllü mahkûmları olduk. Kapitalizm, teknoloji denen en güçlü silahıyla
bizi tehdit ediyor ve ruhumuzun her gün bir parçası esir düşüyor. Tuhaf olan
ise bu esarete hepimiz dünden gönüllüyüz. Zaman geçtikçe içinde bulunduğumuz
durumdan memnun olmaya başlıyoruz. Yılın her gününü bir kutlama etkinliğiyle
süslüyor ve gerçeklerin üstünü bir çarşaf gibi örttüğümüzü fark etmiyoruz. Her
gün hem de her gün esaretimize kutlama etkinlikleri düzenliyoruz. Bu konuda o
kadar ileriye gittik ki matemlerimiz, cenaze törenlerimiz dahi kutlama havasına
büründü.
Öyle bir çağ
düşünün ki cenaze merasimleri aç karnımızı doyurma etkinliğine dönüşmüş. Sorsan
taziye dileklerimizi iletmeye gitmişiz. Ancak ortaya çıkan görüntü içler acısı.
Cenaze merasimlerinde matem tonunda yüzlerin yerini gündelik telaşlarının
muhasebesini yapan ve ölenle ölünmüyor
modunda yaşamaya devam ölüler mezarlığındayız da kimse bunun farkında değil
kıvamındayız. Taziyelerin bir başka güzel tarafı olarak ise uzun zamandır sudan
sebeplerle görüşemediğimiz sözüm ona dostlarımızla hasbihal etme törenleri
olarak görülüyor olmasıdır. Tuhaf. Hem de fazlasıyla tuhaf. Cenaze merasimlerinde
hasret gidermek.
Neresinden
tutarsan tut, elimizde kalan bir çaresizlik içerisinde günleri günlere devirip
gidiyoruz. Sosyal bir varlık oluşumuzun arkasına sığınarak da her günümüzü bir
etkinlik maskesi arkasında kutlama törenleri tonunda yaşıyoruz. Yılın ilk
gününü yılbaşı olarak kutlamaya başlayarak her güne bir anlam yüklüyoruz. Hatta
bazı günleri ise hafta boyunca yaşayarak günlerimize gün, eğlencelerimize neşe
katıyoruz. Kavramları da kendimize siper ediniyoruz. Ancak kavramlar arkasındaki
gerçekleri ise görmek istemiyoruz.
İçi boşaltılmış
mutluluk anıtları yükseltiyoruz ruhumuzda. Birilerinin yapmış olması bizim de
yapmamız gerektiğini bize telkin ediyormuşçasına insan seline kapılıp
gidiyoruz. Biri de çıkıp durun
kalabalıklar deyince kalbimizdeki taşlarla onu recim etmekten geri
durmuyoruz. Körler memleketinde görmek
hastalık sayılır mukabilinden hakikati maskelerle gizleyip insan seline
kapılıp yaşıyoruz.
Toprağından
koparılmış hiçbir ağaç özgür değildir. Kapitalizmin dayatma gün eğlencelerinde günlerimizi
tüketmek yerine kültürümüzün özündeki hakikatlere sahip çıkalım. Sevgi, aile,
anne, baba, dostluk gibi olgu ve duygular yılın bir gününe hapsedilemeyecek
kadar kutsal ve özeldir. Bu duygular ömrümüzün her gününde bizim için önemli ve
değerlidir. Dünlerin hakikatlerini günlerin maskesiyle kapatmayalım.
Hakikatlerimizi bilmem ne günü maskesiyle kapatınca daha çağdaş olmuyoruz.
Hakikatin özü sevdiklerimizin kıymetini her an bilmekte ve onları her gün
sevmekte gizlidir.
Vesselam.