'Dünün dünyası'
Stefan Zweig hem hayatı yansıtma, hem dünyayı okuma hem de
dönemine şahitlik etme bağlamında velud bir yazardır. Sözgelimi; Satranç isimli
hikayesi faşizmin insan zihnini nasıl dumura uğrattığını başarıyla anlatır.
Yine daha önce sizinle paylaştığım “Acımak” romanı, insanın yetilerini
körleştiren “acıma”nın sorunları halletmek yerine ağırlaştıracağını anlatıyor.
Dünün Dünyası Dünya savaşları ve Nazi iktidarının sebep olduğu olaylar
bağlamında dönemine şahitlik ediyor.
Zweig’ın dünyasında benim de başlangıç noktası kabul ettiğim
içsel özgürlük ciddi bir yer teşkil ediyor. Gerçekten insana hayat konusunda
motivasyon kazandıran noktanın bu içsel özgürlük olduğunu söylemeliyim.
Nihayetinde köle olan bir kişi, içsel özgürlük duygusunu kaybetmediği sürece
bedeninin özgürleşeceğini bekleyebiliriz. Ancak ruhen özgürleşmiş bir insanın
serbest hareket etmesinden bahsedemeyiz.
Bugün geldiğimiz noktada, medyadan yapılan illüzyonlar ve
tüketim çılgınlığının bedenleri birer mekanizmaya çevirdiğini ve içsel özgürlük
duygusunu soğurarak insanları kitleselleştirdiğini daha rahat görmekteyiz. Ivan
Illich “Tüketim Köleliliği” derken buna dikkat çekmekteydi. Michel Foucault,
artık günümüzde cezalar bedenlere değil ruhlara veriliyor derken bu derin
arkaplanları görerek konuşmaktaydı. George Orwell, geçmişin bile haberlerini
değiştirerek yeni hafıza yaratımını bu şekilde faş etmekteydi. Aldoux Huxley,
Cesur Yeni Dünya’sında insanların nasıl pasifleştirileceğini distopyasında konu
etmekteydi.
Şunu belirtmek lazımdır ki, dünyamız insanların giderek
özgürleştiği değil, pasifleştiği ve önce içsel özgürlüklerini kaybettiği bir
biçime doğru adım adım evriliyor. İnsanların özgürlük dediği şey marketin
raflarından markaları seçme özgürlüğüdür ve daha ötesi değildir. Kur’an’a
geçmiş diye bakanlar, Hz. Musa’nın Firavun’un zorbalığını meşrulaştırmada
sihirbazların illüzyonlarını çağdaş dünyaya tercüme ederek okurlarsa, bugünü
daha iyi anlarlar diye düşünüyorum. Çünkü bugün bize “özgürsün” diyerek market
raflarını gösterenler, illüzyonların faş olmasından korkuyorlar. Sihirbazların
en sonunda iman etmeleri, sadece basit bir din değiştirme olgusunun çok
ötesinde gerçekliği farketmiş olmaları ile ilgilidir. İlk başta “Musa’yı
yenersek bize ne var” diyenler, Firavun’un “ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama
keseceğim” tehdidine kulak asmadan “gerçek”liğe teslim olmuşlardı.
Zweig kitabında, o dönemde “ilerleme”ye olan inancın kutsal
kitaplara inancın bile ötesine geçtiğini, neredeyse bir mucize gibi görüldüğünü
belirtmektedir baş tarafta. Ancak oldukça hacimli olan kitabın geri kalan kısmı
dünya savaşları ile Avrupa’da başgösteren faşist iktidarların (Nazi ve
Mussolini gibi) insana ve dünyaya nasıl bir cehennemi yaşatmış olduklarını
satır satır anlatır. Böylece “ilerleme” denilen mitolojinin bir yandan toplumda
oluşturduğu travmaları, diğer yandan efsaneleştirilmiş anlatıların insan
gerçeğiyle nasıl da uyuşmadığını gösterir.
Modern zamanların en önemli iddiası, insanlığın giderek
mitolojiden arınacağı, akıl çağının tüm toplumlara ve zamanlara damgasını
vuracağı idi. Şimdi kapitalizm üzerine kurulu bir mitoloji ve metafizik var.
İnsanların metafizikten arınacağı beklentisi, yeni bir metafiziğin ikamesi ile
bugüne geldi. Bugün kapitalizmin kurduğu metafizik olmasa ve gerçekten insanlar
rasyonel hareket etse, piyasalar anında çöker ve illüzyon faş olur.
Zweig’ın anlatımlarından çıkaracağımız bir ders varsa, bugün
mitolojiler çağı son bulmamıştır aksine bütün enstrümanlarıyla işlemektedir.
Dolayısıyla “cambaza bak” oyununu rafine yöntemlerle kitlelere enjektesi
karşısında “gerçekliğe bak” diyen bir Musa ve “elini gördük” diyen insanlara
ihtiyacımız vardır.
Bugün ortalığa durmadan pey sürenler sizin özgürlüğünüzü
almak istiyorlar; içsel özgürlüğünüzü bir kere teslim ederseniz sizin de teslim
olmanız sadece zaman meselesidir.