Duânın hayatımızdaki önemi
Duâ Arapça
bir kelime olup; çağırmak, seslenmek, bir şey istemek ve yardım talebinde
bulunmak gibi mânâlara gelir. Duânın İslamî literatürdeki anlamı ise, kulun
maddî ve manevî her türlü ihtiyaç ve isteklerinin karşılanması için bütün
benliğiyle Allahü Teâlâ’ya yalvarıp yakarmasıdır.
Duâ, kulun haddini ve aczini bilmesinin yanında
sığınılacak yegâne makamın Allahü Teâlâ olduğunun açık bir itirafıdır. Bu yönüyle duâ, imanın
en önemli göstergelerinden biridir. Âyet-i kerimede buyuruldu ki: “De ki:
Duânız (kulluğunuz ve niyazınız) olmasa Allah size ne diye değer versin…”
(Furkan 77) Dolayısıyla duâ, âciz olan kul ile kadir-i mutlak olan Rabbi arasında
çok kıymetli bir köprü ve iletişim
vasıtasıdır.
Duâ, kulun manevî gelişim ve terakkisine
de yardım eder. Yine duâ sıkıntılı zamanlarda kulu; çaresizlik hissi, yalnızlık
duygusu ve terk edilmişlik psikolojisine karşı korur. Dolayısıyla duâ, kulu ruhsal
ve zihinsel açıdan rahatlatır. Bunun yanında duânın hastalıklara karşı tedaviyi
tamamlayıcı bir özelliği olduğu da erbabınca bilinen bir hakikattir.
Evet, âcizliğinin ve zayıflığının
farkında olan nasipli bir kul, ellerini açıp gönlünden kopup gelen ve beynini
meşgul eden bütün ihtiyaç, arzu ve isteklerini; her şeyi yaratan, her
istediğini yapmaya gücü yeten ve hiçbir şeye ihtiyacı olmayan Allahü Teâlâ’ya arz eder ve duasını kabul buyurması için yalvarıp
yakarır. Böylece dünyada yalnız ve musibetlere karşı çaresiz olmadığını bütün
benliğiyle hissedip mutlu olur.
Allahü
Teâlâ, duâ etmemizi yani bütün ihtiyaçlarımızı O’ndan istememizi emrediyor:
Âyet-i kerimede buyuruldu ki: “(Rasûlüm!)
Kullarım sana Beni sorarlarsa, şüphesiz Ben onlara çok yakınım. Bana duâ edenin
duâsına icabet ederim. Öyleyse onlar da Benim dâvetime uysunlar ve Bana iman
etsinler. Böyle yaparlarsa, en doğru yolu bulmuş olurlar.” (Bakara 186)
Hadis-i şeriflerde de şöyle buyurulmaktadır:
“Sizden biriniz, ‘duâ ettim de duâm
karşılık görmedi’ deyip acele etmediği müddetçe duâsı karşılık bulur.” (Ebu Davud)
“Duâ, başa gelen ve gelmeyen belaya
karşı fayda sağlar. Ey Allah’ın kulları, duâya sarılın!” (Tirmizi
“Allah’a, kabul edileceğine gerçekten
inanarak duâ edin. Biliniz ki Allah, ciddiyetten uzak ve umursamaz bir kalb ile
yapılan duâları kabul etmez.” (Tirmizi)
Buna göre Allahü Teâlâ, duâ eden kulunun duâsına kabul eder. Yalnız bu kabulün
ne zaman, nerede ve nasıl tecelli edeceğini O bilir. Dolayısıyla; “bu kadar duâ ettim, fakat kabul
olmadı,” demek yanlıştır. Zira duânın icabet ve kabulü, farklı şekillerde
tecelli edebilmektedir. Allahü Teâlâ dilerse, istenilen şeyin kendisini ihsan eder, dilerse istenilen şeyin
yerine başka bir şey ihsan eder, dilerse duânın karşılığını âhirette ihsan
buyurur. İsterse, o duâ hürmetine kulunun günahlarını siler ve cennette derecesi
yükseltir.
İşte bu bilinçle; varlıkta ve darlıkta,
hastalıkta ve sağlıkta, akşam yatarken ve sabah kalkarken, yürürken, araç
kullanırken, işe giderken, çalışırken ve eve dönerken, nimete kavuşunca ve maazallah
bir musibetle karşılaşınca; kısaca her zaman ve her şartta yapılacak dualar ile
Allahü Teâlâya yönelmek ve O’nu her daim hatırda tutmak; hem O’nun yüce
katındaki değerimizi artırır, hem de en temel vazifemiz olan kulluğumuzun canlı
kalmasını sağlar.
Duâda daima tâzim yani Allahü Teâlâyı yüceltme vardır. Evet biz, bir ihtiyacımızın
karşılanması için duâ ettiğimizde, aynı zamanda Rabbimizi yüceltmiş oluyoruz.
Duâ, aynı zamanda zikir ve ibadettir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
“Duâ, ibadetin özüdür,” (Tirmizî)
“Allahü Teâlâ katında duâdan daha
kıymetli bir şey yoktur.” (İbn Mace)
O halde, her zaman ve her şartta Rabbimize
yürekten duâ edelim ve ettiğimiz duâların mutlaka karşılık bulacağına inanalım.
Duâyla gelen bereketten, huzurdan, güvenden mahrum kalmayalım. Kendimize olduğu
kadar, ailemize, sevdiklerimize, mazlumlara ve bütün müminlere duâ etmeyi ihmal
etmeyelim. Anne babamızın, ulemâ ve sülehânın, hasta ve yaşlıların duâsını
almaya gayret edelim…