Dua ve Edep
Medyanın gündemindeki bazı konuşmalara ve yazılara bakıyor, hayrette kalıyorum. Kimileri ne kadar gereksiz mevzuları tartışıp duruyor. Ama bunu bazı çevreler kasıtlı yapıyor. Hükümeti yıpratma adına özellikle Diyanet İşleri Başkanı’na sataşmak için bahane arıyorlar. Bunu kendisine vazife edinen bir iki gazete ve televizyon var. Bunların politikacıları, hiçbir şeye inanmıyor, inananlara da tahammül edemiyorlar. Lâkin samimi değiller. Yeri gelir çarşaflı seçmene rozet takmayı kurnazlık kabul ederler sonra da vatandaşın kılık kıyafetine müdahale eder, duasına karışırlar. Kafalarında kurdukları ‘ikna odaları’ var. Bu arızalı bakışa göre, tesettürlü her kadın potansiyel tehlikedir. Artık millî bayramları, şehir ve ilçelerimizin kurtuluş günlerini de ‘fırsat’ sayıp bunun için kullanmaya başladılar. Kutlama, kullan! Önümüzde 29 Ekim var, ardından 10 Kasım gelecek. Göreceksiniz pusuya yatmış aynı güruh, imamları gözetleyecek, hutbeleri didikleyecek ve istismara başlayacaklar. Ancak kimseyi kandıramıyor ve rezil oluyorlar. Bu hastalıklı kafadan millet çok çekti ama şükürler olsun ki rahmetli Adnan Menderes, merhum Turgut Özal ve şimdi de Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın getirdiği dinî hürriyet ortamı sayesinde vatandaş rahat. Kimi politikacı, kimi yazıcı, kimi de sanatçı geçinen bu kimselerin bozuk ruh hâllerine şaşırmıyoruz, zira alıştık. Fikirden yoksun oldukları için hakaret ediyorlar ve hukuk eliyle de hak ettikleri cezayı alıyorlar.
Gazetelerine bakın bütün köşe yazarlarının lafları aynı terane. Çiziktirdiklerine gülüp geçiyorum. Bazen de tamam diyorum bu adamlar böyle feveran ettiğine göre demek ki işler iyi gidiyor, öyleyse mesele yok. Aksine bunlar durumdan memnun kalsalardı işte o zaman hâlimiz yamandı. Şükrediyorum. Bu müzmin muhaliflerin ömür boyu süren karamsar ve karanlık yaklaşımlarına aşinayız. Fakat bazı dindar görünen ve milliyetçilikten uzaklaşıp ‘ulusalcı’ çizgiye geçenlere dikkat ediyorum ‘laikçi’ kesimle âdeta yarışırcasına Ali Erbaş Hocaya çatıyorlar, Cumhurbaşkanı’na sataşıyorlar. Çok başarılı olan TRT’ye veryansın ediyorlar. Ne var ki, Mevlâna’ya ve Mevleviliğe hakaret edenlere, ‘Mavi Vatan’ımıza dil uzatanlara tek laf etmiyorlar. Tesettürlü vatandaşlarımızı savunmaya gerek duymuyorlar. Her şey bir yana Ayasofya’nın ibadete açılmasına ve Karabağ’ın kurtarılmasınasevinemediler. Niçin? Çünkü bu sevinci açık etseler hükümeteve Cumhurbaşkanı’na yarayacak. Bir insan kafasını böyle kuma gömebilir mi, anlayabilmek mümkün değil. O zaman muhafazakârlığınız nerde kaldı efendiler, sağcılığınız nereye uçup gitti? Ya bir maske gibi kullandığınız ‘İslamcı’ tavrınız hangi uzak iklimlerde? Bir zamanlar hasım bellediğiniz eski Marksistlerle el ve güç birliği içinde ‘müzmin muhalifliğe’ soyunurken vicdanınız hiç mi sızlamıyor? Darbeci generallere selam duracak derekeye düşerken Muhsin Yazıcıoğlu’nu hatırlamaz mısınız? Yazıklar olsun. Körü körüne muhalefet demek ki böyle acınacak bir durum. Allah akıl fikir versin.Bu arada terbiyeden uzaklaşıp ağzını bozanlara ahlakın temelini hatırlatmak isterim: “Sana yapılmasını istemediğin bir şeyi başkasına yapma.” Öyleyse sanal âlem siperine saklanıp sağa sola çatanlara da ilaç niyetine iki kitap tavsiye ediyorum. Münevver Ayaşlı ve Ragıp Akyavaş’ın EdebYâ Hu isimli eserlerini okurlarsa iyi olur. ABD’deki muhteşem Türkevi’nin açılışında dua eden Ali Erbaş Hocamızı da, aynı göreve yeniden getirilmesi dolayısıyla kutluyorum. Hayırlı uğurlu olsun. Zor ama kutsal görev! Unutmayalım: 15 Temmuz ihaneti, minarelerden okunan selalarla ve eldeki bayraklarla önlenmişti.
PARA, İMAN VE VİRÜS
Bu konuya pek girmek istemezdim ama mecbur kaldım, düşüncemi söyleyeceğim: Elbette hiç kimse zorla aşı yapılmamalı. Ama aşı olmak istemeyenler de hiçbir şey yokmuş gibi toplumun içinde pervasızca dolaşmamalı. Çevrelerine de aşısız olduklarını mertçe söylemeli. Bu işin şakası yok! Siz koronaya, virüse, aşıya inanmayabilirsiniz. Ama inananlara saygılı olmanız gerek. Bu titizliğe riayet, kul hakkı gereğidir. Ben şahsen aşı olmayan yakınlarım ve dostlarımla bu dönemde görüşmüyorum. Benden kimseye, kimseden de bana zarar gelsin istemem. Eğitimci yazar Ahmet Maraşlı’dan dinlediğim bir fıkra ile biraz tebessüm edelim: Birisi Ahmet Hoca’ya der ki: “Eskiden para ile imanın kimde olduğu bilinmezdi, şimdi buna üçüncüsü eklendi.” Hoca, “O da ne ki?” diye meraklanır. Arkadaşı şu cevabı verir: “Artık şöyle deniliyor: Paranın, imanın ve virüsün kimde olduğu bilinmez.”
Hani eskiden imam efendi, camide namazı kıldırırken müminlere “Haydi cemaat, safları sıklaştıralım.” diye sesleniyordu ya. 11 Mart 2020 tarihinde başlayan salgın dolayısıyla imamlar bu istekte bulunamıyor. Aksine safların arasına mesafe konulmasını haklı olarak talep ediyorlar. Hakikat bu. Şimdilik safları sıklaştıramıyoruz ama bu, yürekleri sıklaştırmamıza engel değil. Belki bu geçici dönemde şöyle diyebiliriz: “Haydi dostlar, gönülleri sıklaştıralım.”