Dua: Bir credo sunumu
Dünya ölçeğinde insanlığın yaşadığı krizler çok boyutlu olarak iyiden
iyiye faş olmaya başlamıştır. Özellikle son dönemlerde Tanrı ve dine özelde
ibadet ve duaya dair geliştirilen negatif yargılar söz konusu. Eleştirilerinde
müminlerin tavırlarına dair söyledikleri bazı noktalar doğru olmakla birlikte,
bunu ibadet ve dinin tümüne doğru genelleştirmek bir başka handikapı
beslemektedir.
Öncelikle son birkaç yüzyıldan
beri insanlık Tanrı’ya dünya ile ilgisini kesmesi yönünde salık vermişti.
Teknolojik gelişmeleri Tanrı’ya bir meydan okumaya çeviren insanın, teknoloji
dolayımlı olarak Tanrı ile kurduğu ilişkinin mahiyeti de değişmeye başlamıştır.
Bilhassa transhümanizm düşüncesiyle birlikte, geliştirilen teknolojinin
ölümsüzlük de dahil olmak üzere insanlığa vaadleri tartışılmaya devam
etmektedir. Ancak kriz derinleştikçe, şimdi de “Tanrım dinin dünyayı niçin
düzeltmiyor?” türünden sorular sormaya başlıyor.
Her şeyi yerli yerine oturtmak için kelamdan başlayalım. Varlık dünyasında
bir yanda yegane egemen, baki ve mutlak kudret sahibi Tanrı ile diğer yanda
sınırlı, fani insan denilen varlık vardır. Bunlar arasındaki fark mahiyet farkı
olup Tanrı ve insan arasında hiyerarşik bir ilişki kurulur. İnsanın yetileri
kendi sınırlarının sonuna kadar genişletilebilir; ancak insan Tanrı gibi
olamaz. Bu gerçekliği kabul ederek hayata devam etmekte fayda var. Fakat bu
gerçekliği tarih boyunca kabul etmek istemeyenler konsepti hep zorlamışlardır.
Hz. Adem ve Havva (AS) “ebediyet” vaadiyle kandırıldıklarında kendilerini
yeryüzünde bulmuşlardı; yani dünyaya inmişlerdi.
Bir “boyun eğiş” olarak ibadet, Tanrı ile insan arasındaki hiyerarşik
ilişkinin kendisini açtığı zemindir. İbadetin mazrufu değişebilir, ancak
ibadette değişmeyen bir şey varsa, o da insanın Tanrı’ya olan “credo”sunu
sunmasıdır. Yani Tanrı ile insan arasında varolan gerçekliğin insan tarafından
kabulüdür. İnsan Tanrı’ya ibadet eder, boyun eğer; çünkü Tanrı’nın mutlak
egemenliği bir gerçekliktir. İslam’da ibadetlerin en üstün derecesi; Tanrı’ya
Tanrı olduğu için ibadet etmektir.
İçinde yaşadığımız çağda insanı Tanrı’ya “kul olmak”tan kurtaracağını
hatta kurtardığını iddia eden bir söylem vardır. Bunu nasıl
gerçekleştireceklerini anlatırlarsa memnun olacağım. Çünkü insan hala sınırlı
ve fani bir varlıktır. Ellerindeki tek koz, transhümanizmle birlikte tekrar
insana ebedilik vaadidir; ancak sadece bir vaatten ibarettir. Bir başka yazımda
belirttiğim gibi bu, “Original Sin”in ikinci perdesi gibi durmaktadır.
Dua bu bağlamda Hz. Peygamber’in (SAV) ifadesiyle ibadetin özüdür. Mü’min
dua ederek yegane Rab olarak Tanrı’yı tanıdığını deklare eder. Aynı zamanda
Tanrı’nın “mutlak”lığın sadece Tanrı’ya ait olduğuna dair “credo”sunu
sunmasıdır.
Müslümanların dua konusunda birtakım yanlışları bulunmaktadır. Nitekim
ormanları kesip de sonra yağmur duası etmek, bir işte kendi ödevini yerine
getirmeden Tanrı’dan beklentiler içine girip istemek gibi tavırlar bu
kabildendir. Hatta kimi zaman her bir iş için dualar üretip, insanın
yükümlülüklerini dışarıda bırakarak hayatı Tanrı’ya havale etmek de
rastladığımız yanlışlardan. Bunlar kısa yoldan köşe dönmeci tavırların bir
yansıması olarak da okunabilir.
Fakat dua ile insan kendi gerçekliğinin farkına vararak hayatını yeniden
kurmaktadır. Sanal vaadler, sanal görüntülerle yeniden gerçeklik inşa edilmeye
çalışılan bir çağda, dua varolan gerçekliğe dönmeyi taahhüt eder. Tanrı’nın
karşısında ciddi bir muhatap olarak insanın kendi varlığını gerçek bir zeminde
inşa etmesidir.