Dozu kaçırmak!
Ölülerin olduğu yerde diriler uyuyor şimdi. Doz aşımından gitti her biri. Yaşamanın dozunu biraz kaçırınca ölüler diyarına göç etti bütün diriler. Bu dünyada iyilik ve kötülük anlamında biriktirdikleri her şey verildi kollarının altına, yola öyle koyuldular. Yolculuk aşırılığı kabul etmedi ve üstünden attı, aşırıya kaçanları. Yaşayanlar bunu ancak göçün sonunda anlayabildi. Vardıkları yerde yaptıkları sorulunca hepsi boynu bükük bir halde birbirine bakakaldı.
Dozu kaçırmak sadece bedenin değil ruhun da ayarını bozar. Her şey ayarında güzeldir. Yemek kıvamında yapılınca tadı damakta kalır ve tekrar tekrar arzulanır. Pişmesinde, malzemesinde veya tuzunda aşırıya kaçınca ne yemekte lezzet ne de damakta tat kalır. Fazlası her türlü zarardır. Yemek bu konunun girişinin basit bir örneğidir. Örnek çoğaltma görevini zihnilerinize bırakarak gelmek istediğimiz asıl konuya doğru yola koyulmaya başlayalım.
Sadece yemek değil, hayatın her aşamasında her şeyin aşırısı zararlıdır ve ruha yüktür. Maddi taleplerin yanında manevi ihtiyaçların ve hatta fikri düşüncelerin de fazlası zararlıdır. Bu aşırılık bazen bedene, bazen akla, bazen kalbe en çok da ruha zarar verir.
Bireysel olarak yaşadığını düşünen insan esasında sosyolojik bir varlıktır. Yaptıkları ve yapmadıklarıyla sadece kendine yarar veya zarar sağlamanın yanında topluma da etki eder. Bu açıdan baktığımızda yaptıklarımızın sorumluluğu sadece kendimizi değil, etrafımızdakileri de etkilediği için eylemden ziyade düşünce aşamasına daha fazla zaman ayırmalıyız. Atalarımız ‘İki düşün, bir konuş’ diye boşuna söylememişler.
Sen kendi fikrini anlatmaktan ve savunmaktan sorumlusun. İnandıklarını öğrendiğin ve bildiğin kadarıyla karşındakine anlatmak gibi bir görevin vardır. Lakin kendi fikrini veya inancını karşındakine dayatıp, ona kabul ettirmek gibi bir sorumluluk ve zorunluluğun yoktur. Herkes kendi fikrinin sahibi ve hesap vericisidir.
Kendi fikrinin sahibi olmak karşındaki fikre hakaret etme hakkını sana vermez. Her fikre saygı duymak zorunda değilsin. Lakin bu zorunda olmayışlık karşındakine hakaret hakkını elinde bulundurduğun anlamına gelmez. Hele ki bu hakaret karşındaki görüşün kutsalına ise en kibar ifadeyle haddi ve sınırı aşmışsın demektir... Cümlenin sonundaki üç noktanın hangi kelimelerle doldurulması gerektiğini siz değerli okuyucuların takdirine bırakıyorum.
Karşı görüşün kutsalına hakaret gafletine düşmüş kişi dozu kaçırmış demektir. Tahammül ve saygı ülkesinin sınırlarını aşmış, kendi iç dünyasındaki isyanı bastıramamış ve ruhundaki hoşgörü ve iyilik hükümetinin düşüşünü izlemekten başka bir çaresi kalmamış demektir. Kendi iç isyanını bastıramamış kişi freni patlamış kamyon misalidir ve nereye çarparsa çarpsın zararın fazlasını önce kedine verir. Yani fikir dünyasında aşırılık gösterip dozu ayarlayamayan kişi en büyük zararı karşısındakinden ziyade kendisine verir. Bu tür insanlara terimsel olarak bağnaz denir.
Ayrıca kutsala hakaret etme hakkı diye bir hak yoktur ve kutsala hakaret hiç kimsenin haddi de değildir. Kutsala hakaret cüretinde bulunmak özelde kendi içindeki anaforda boğulmaya neden olur, genel de ise sinir uçlarını zorlayıp, tahrike kapı aralamaktan öte bir şey değildir.
Bu dünyada en güzel şeylerden biri haddini bilmektir. Kanımca öğrenmeye haddini bilmekle başlayanlar saygı duymayı bilen ve saygı görmeyi hak eden insanlardır. Haddini bilen insan dozu da kaçırmamış demektir.
En nihayetinde herkesin bir dünya görüşü ve kırmızı çizgileri vardır. Kırmızı çizgiler aşılmadığı müddetçe herkes eleştiri ve savunma hakkına sahiptir. Herkes durması gerektiği yeri bildiği zaman bu dünya daha yaşanabilir ve daha anlamlı bir yer olacaktır. Dozu kaçırıp aşırılığa gitmeden çocuklarımıza yaşanabilir bir dünya bırakmak için haddimizin sınırlarını bilerek başlayalım bu yaşamı öğrenmeye.