Dostumun yanındayım
Hikâye odur ki, kral şerrinden korktuğu vezirini yakınında tutarmış. Yakınında tuttuğu vezire güvendiğinden değil de en ufak bir yanlışına en kısa zamanda müdahale edip olası fitnelerin önüne geçmek için böyle bir şey yaparmış. Vezirler toplumun zekâ ve feraset konusunda ileri gelenlerinden oldukları için uzaklaştırılmaları saray için tehlike arz edermiş. Tarihte bunun benzeri hikâyeler hep var olmuştur. Burada vezirin tavrından ziyade kralın tavrı önemlidir. Krallığın feraseti insanları özelliklerine göre yönetebilmelerinde ve yerine göre de idare etmelerinde gizlidir. En ufak bir yanlışta kellesini alabilecek yetkiye sahipken dahi zalim olarak anılmak her kral için tarihe bir kara leke olarak düşmek demektir. Bunun yerine şerrinden şüphe duyduğu yardımcılarını yakınında tutarak onların ufak hatalarının neticesinde yapacakları büyük ihanetlerini kollarmış. İşte o ihanetin vuku bulduğu gün de art niyetli vezirin sonu kaçınılmaz olurmuş. Unutmayalım ki içinde fesatlık barındıran kişi er ya da geç gerçek yüzünü bir gün elbet gösterecektir. Hiçbir fitnenin üstü ilelebet örtülü kalmaz.
Bu hikâyede
krala düşen en büyük görev şerrinden emin olduğu vezirini göz hapsinde tuttuğu
gibi sadakatinden emin olduğu vezirini de onure etmekten geri durmamalıdır.
Çünkü kişinin hatası affedildikçe cesareti artacağı gibi doğruluğu
ödüllendirilmeyen kişi de sadakatten uzaklaşmaya başlar.
Bu durumu bizim
anlayacağımız şekilde en güzel dile getiren Abbasi Devletinin kurucusu Eba Müslim Horasani'nin sözü kulağımıza
küpe olmalıdır: “Onlar, zarar vermeyeceklerinden
emin oldukları için dostlarını kendilerinden uzak tuttular. Kendilerine
bağlamak ve kazanmak için de düşmanlarını yakınlaştırdılar. Yakınlaştırılan
düşman dost olmadı. Ama uzaklaştırılan dost düşman oldu. Herkes düşman safında
birleşince de, yıkılmaları mukadder
oldu.”
Bu veciz söz
bana başımdan geçen acı bir olayı hatırlattı. Bir gün üst amirlerimden biri ile
sohbet ederken idarecilik görevimden istifa etmeyi düşünüp yeniden öğretmenliğe
geçmek istediğimi söylediğimde cevaben “Görevini
hakkıyla yapan kaç kişi kaldı ki, siz de istifa ederseniz biz kime güvenip
kiminle çalışacağız?” diyerek sitemli bir şekilde istifa etmemem
gerektiğini belirtti. Bu sözler bir taraftan nefsimi okşarken diğer taraftan
ise zihnim sorgulamaya başladı. “Madem
öyle ise azınlık kaldığını iddia ettiğiniz samimi ve duruş sahibi insanlara
neden sahip çıkmıyorsunuz?” diyesi geliyor insanın. Ruhumuz ise bu
hengâmede daraldıkça daralıyor.
Şehrimizde yaşanan
son olay içimizi daha çok yaktı. Kendisini yaklaşık yirmi beş yıldır tanıdığım
ve yaşadığım şehirdeki tek öğretmenim olan Memetemin Gül beyin içine düşürüldüğü
durum bizi ziyadesiyle müteessir eyledi.
Şuur ve dert sahibi,
toplumun inşası ve ihyasında dert ehli olanların öncülerinden biri olan saygı
değer öğretmenimin, sudan sebeplerle idarecilik görevinden el çektirildiğini
öğrendik. Bunu akıl kabul etse dahi vicdan kabul etmekte zorlanıyor.
Bu topraklarda
adam kolay yetişmiyor lakin kolay harcanıyor. Bugün dostlarımızı uzak tutup
düşmanlarla saf tutmaya başlarsak yarın sırtımızdaki hançerlerin sahibini arayacak
yüzümüz de dostumuz da kalmaz.
Hülasa,
saygıdeğer öğretmenim ile ilgili süreci umutla takip ediyor ve adaletin er ya
da geç tecelli edeceğini umut ediyorum. Zaman eğrilse de biz her zaman doğrunun
yanında saf tutmaya devam edeceğiz. Adalet, bir gün herkese lazım gelecektir.
Saygıdeğer
Öğretmenim, sen değil, senin gibi adil ve ahlaklı bir idareciyi kaybettiğimiz için
biz üzgünüz. İyilerin mükâfatı elbet bir gün verilecektir.
Saygıdeğer
öğretmenim, bu dünya imtihan dünyasıdır. Başımıza gelen her ne ise onun imtihan
olduğunu unutmamamız gerektiğini dün sen bize öğretmiştin, bugün ne demek
istediğini yaşayarak örnek olarak gösterdin. Rabbim, adaletten ve doğruluktan
bizleri ayırmasın. Gönlümüz de duamız da seninle...
Rabbim
imtihanını kolay kılsın ve yardımcın olsun.