Dolar (USD)
34.59
Euro (EUR)
36.27
Gram Altın
2987.98
BIST 100
9645.43
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
07 Temmuz 2019

''Dost'' seçmekte nasıl oluyor da bu kadar çok yanılıyoruz?

İnsanlar genellikle “boş” konuşurlar; bilmedikleri konularda ahkâm keserler, niyetleri öyle olmasa da “tavsiyeleriyle” zarar verirler.

Bir sıkıntınız, sizi çok zorlayan bir derdiniz olduğunda “paylaşacak” birilerini ararsınız.

Öyle anlarınız olur ki, birilerinin tavsiyelerine gözü kapalı “tamam” diyecek denli bunalırsınız.

Derdinizi açtığınız kişi, büyük ihtimalle “iyi niyetle” size yol gösterir.

O konuda uzmanlığa sahip olmadığını söylemez, “bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olma” hastalığı yer etmiştir çoğumuzda.

Herhangi bir yerinizin ağrıdığını söylediğinizde birçok tavsiye alırsınız.

Yarım hekim adamı candan edermiş, çok doğru söz.

İnsanlar kimi zaman “iyi niyetle” yanlış tavsiyelerde bulunurlar, kimi zaman da “kötü niyetle” hareket ederler.

Buradaki “kötü niyet” çeşitli biçimlerde tezahür edebilir…

Derdinizi paylaştığınız kişi sizden menfaatleniyordur belki veya menfaatlenmeyi umuyordur.

Bundan dolayı bazı tavsiyeleri, kendi “çıkarları” ya da “hesapları” neyi gerektiriyorsa o yönde olabilir.

Bu “modeller”den biridir, bir de “tamamen kötü niyetli” olanlar vardır; sizi kıskanıyordur, iyiliğinizi istemiyordur ya da bir yerlerin adamıdır, bir yerlere hizmet eder pozisyona düşmeniz için görevlendirilmiştir!..

Ayağınızı yavaş yavaş kaydırmak istiyor da olabilir.

Bugüne kadar bir vakitler “güven duyduğum”, “ümitle baktığım” birçok “önde gelen”in çok vahim hatalar yaptıklarına şahit oldum.

“Bu kadar bariz hataları bırakın bu zatı, binde biri idrake sahip olan bile yapmaz!” diye düşündüğüm vakitler oldu.

“Efendim, bakın şu konuda çok büyük bir hataya sürüklüyorlar sizi, böyle yaparsanız dostlarınızı azaltır, düşmanlarınızı arttırırsınız. Bu ‘tarz’ muarızlarınızı üretir, sizi tüketir.”

Yok, hayır…

Etrafları tamamen kuşatılmış, görüş alanları iyice daraltılmış…

Yanlış üstüne yanlış yapan ve bir noktadan sonra artık “hisleriyle” hareket etmeye başlayan öyle zatlar tanıdım ki…

Kendilerine, çevrelerine ve daha da önemlisi “temsil etme noktasına” geldikleri değerlere zarar veren “samimi” zatların düştükleri, daha doğrusu düşürüldükleri haller ruhumda öylesine tesirler bıraktı ki…

“Gerçek Dost”un ne büyük bir hazine olduğunu o kadar derin ve acı tecrübelerle yaşadım ki…

Anlatamam.

Anlatmaya kalksam, belki anlarsınız da büyük ihtimalle yanlış anlarsınız!..

Bilmediğim konularda ahkâm kesmeyi sevmem, bunu pek yapmam, birkaç kere yapmaya kalktım az daha burun üstü çakılacaktım!

O gün bugün, çok daha az konuşmaya, çok daha az yazmaya, bir konu hakkında konuşacak, yazacaksam öncesinde mutlaka “samimiyet ve uzmanlığı tescilli” zatlardan bilgi almaya özen gösteriyorum.

Sonra biraz “demlenmesini” bekliyorum meselenin, bugüne kadar “aceleci” tepkilerimden dolayı çoğu vakit zarar görmüşümdür.

Söz gümüş ise sükût altın gerçekten; bize “bolca düşünüp az konuşmak” tavsiye edilmiş ama ne de çok konuşuyoruz değil mi, hep konuşuyoruz, her konuda konuşuyoruz…

Konuştukça da aşınıyoruz.

“Çok bilen” de “çok konuşan” da çok hata yaparmış…

Şöyle başınızı yukarı kaldırıp baktığınızda nerelerde neler göreceksiniz.

Aslında başları yukarı kaldırıp bakmaktansa, bir yerlerden bir şeyler beklemektense…

Tefekküre, kendimizden başlasak ne iyi olacak…

Biz ne haldeyiz, bırak şimdi başkasını!..

Bilmemiz gerekenler bize bildirilmiş, çoğu konuda ondan bundan “akıl almaya” ihtiyacımız yok aslında.

“Güzel Ahlâk” sahibi bir insan olabilmek için “akıl almak” mı gerekiyor?..

“Adil” bir insan olsak…

Nefretimiz, öfkemiz, kızgınlığımız adaletsizliğe sürüklemese…

Gelişmeye açık olsak lâkin “kırmızı çizgilerimizden” şartlar ne olursa olsun taviz vermesek…

İnsanlara “makamları, mevkileri, servetleri, fiziki özellikleri ” nispetinde değer vermekten vazgeçsek…

“Sen onlara sırf Allah'ın lütfu sayesinde yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı kalpli olsaydın, hiç şüphesiz etrafından dağılır giderlerdi.” hükmüne imanımızı tavırlarımızla pekiştirsek.

Acı da olsa doğruyu söylesek ama doğruyu söylerken de “acıtmamaya” gayret etsek.

“Ulvi kavramları” bolca kullanmak yerine, o kavramların işaret ettiği “insan” olsak, lisan-ı halimiz ile anlatsak çoğu güzelliği…

Söyleyene göre değil “hakikate” göre belirlesek tavırlarımızı; ne söylendiğine “en az” kimin söylediği kadar önem versek!..

Kendimize yapılmasından hoşlanmadığımızın başkasına yapılmasından da hoşlanmasak…

Şu hüküm:

“İnsan için kendi çalışmasından başka bir şey yoktur.”

Tefekkür gerek, derin tefekkür.

Bol bol dua.

Duanın kabulünün şartları var.

İlk şart:

“Helâl lokma yemek.”

Özde “dost” ile sözde “dost”u ayırt edebilmeye yarar bu kadar “net” hükümler varken elimizde…

“Dost” seçiminde ikide bir yanlışa düşmek nasıl ve niçin oluyor?

Bu da yazıyı bitirirken tefekkürünüze emanet ettiğim mesele…

Hayırlı günler efendim.