‘Dost görünenden kaçış’
Merhum İmam-ı Gazzâlî, “uzlet” kararına giden yolda epeyce gönül çilesi çekmiş…
“Gitmek mi zor, kalmak mı zor!”
Tefekkür etmiş Merhum Gazzâli:
“İnzivanın, toplum içinde yaşamaya tercih edilir bir şey olup olmadığı bilinemez.
Bir iyilik açıkça terk ediliyorsa onu emretmek ve bir kötülük alenen işleniyorsa onu men etmek, ‘şehirde’ yaşayan bir kişi için görevdir. Susmak, görevi ‘ihmal’ etmektir; ‘müdahale’ ise her türlü ‘haksızlığa uğramayı göze almak’tır.
(…) Öfkesini yenemeyen bir ‘gayretkeş’, tenkidinde ‘ifrada’ kaçarak, düzeltmek istediğinden daha çok hatalara yol açabilir. Her kim ‘tek başına’ bu görevi yerine getirmeyi denerse genellikle ‘pişman’ olur.
‘Eğik’ bir duvarı doğrultmak isterseniz üzerinize yıkılır.
O ‘duvar’ın altında ezilince, ‘Niye olduğu yerde bırakmadım ki!’ diye feryat edersiniz.”
Evet…
Bazı ‘eğik’lik ve ‘yamuk’lukları gördüğünüz halde, müdahale etmekle etmemek arasında gidip geliyor olabilirsiniz…
İnsanlık hâli.
Ya da…
Neyse…
Devam edelim, Merhum Gazzâli’yi okumaya:
“Belli bir mevkide ve toplum içinde yaşarken, ‘birilerinin hoşuna gitmek’, bunun için de gerçek duygu ve düşünceleri ‘gizlemeyi becerebilmek’ gerekir. Bu ortamlarda, ‘riyakârlık’tan, birilerini ‘etkileme’, birilerinin ‘gözüne girme’ ve ‘gerçekleri gizleme’ çabasından uzak durabilmek zordur.”
Doğru söyleyenin sıkıntısı
Merhum Gazzâli’nin hassasiyeti ve çilesi…
Belli mevkilerde bulunuyorsan, oralarda bulunuyor olmanın gereğini yerine getireceksin.
İşler genellikle “ilişkiler” ve “menfaat birliktelikleri” üzerinden yürür ve “doğru söyleyenin” ne gibi sıkıntılar yaşayacağını en iyi “köy”lerimiz bilir!..
Gitmek!..
Bir yerlere…
Düşünür Merhum Gazzâli:
“Bir ülke, karışıklıklardan ve partizanca düşmanlıklardan çok nâdir olarak kaçınabilir. ‘Fitne’ ve ‘husumet’ten uzak durabilmek de belli yerlerdekiler için çok müşkül meseledir. Kitaplar ve mezarlar, insanı bunlardan korur.
‘Uzlet’, insanların sizin mevkiinize karşı gösterdikleri hırsa bir son verir; aynı şekilde sizin bizzat başkalarına ‘husumet’ duyguları beslemenizi de engeller.
Bir de, mevkiiniz gereği iştirak etmeniz gereken ve vakit israfına yol açan nice faaliyet vardır.
‘Riyâ’nın ve ‘dalkavukluğun’ havalarda uçuştuğu bu faaliyetlere katılmanız vakit kaybıdır, katılmadığınızda da bir eksiklik hissedersiniz ve tenkide uğrarsınız!..
‘Uzlet’ sayesinde, nobranları ve ahmakları görmekten ve onların aptallıklarına, ahmakça davranışlarına katlanmaktan kurtulursunuz.
‘Uzlet’, bu ‘ahmakları’ eleştirmede aşırıya kaçıp, iftira ve gıybet batağına düşmekten de korur insanı.”
Gazzâli'nin tespitleri
Bunlar her devirde düşünülmüştür herhalde.
Hep düşünülmüştür ve hâlen düşünülüyordur.
Mesela…
Merhum Gazzâli’nin “devri”ne dair şu tespitleri…
“Bugün âlimler yozlaşmış, hırs; dillerini eğip bükmüş, eleştirmekten çekinir hale getirmiştir. Onların bozulması çok şeyin bozulmasına sebep olur…
Birileri…
Hesap günü ‘sadece amellerinden sorguya çekilecek oldukları halde’, mevki ve servetleriyle övünür hale gelir.
Öyle bir atmosfer oluşur ki…
Bin türlü laf çevirip, bin türlü ‘fitne’ üretip işlerini gören ve bundan dolayı da ‘zekâlarıyla’ övünenleri görürüz hep.”
Evet…
Henri Laoust’un Pınar Kitabevi tarafından basılan “Gazzâli’nin Siyaset Anlayışı” adlı eserinden dikkatimi çeken bölümleri naklettiğim şu dakikalarda…
Ünal’ın veda yazısı
Oldu olacak Sayın Aydın Ünal’ın ‘Veda Yazısı’ndan bir bölümü de dikkatlerinize arz etmiş olayım, istedim.
Demiş ki, Yeni Şafak’ta yer alan “Müsaadenizle…” başlıklı yazısında
“ Herkesin ‘mesaj alındı’ diyerek boyun eğdiği günlerde Recep Tayyip Erdoğan’ın yanında Gezi darbesine karşı dim dik durduğumuza, çoklarının “fitne çıkarıyorsunuz, hocaefendimize haksızlık ediyorsunuz” dediği günlerde, hedef yapılmaktan çekinmeyip Fetullah ve uşaklarına karşı savaştığımıza, 17/25 Aralık yargı darbesine direndiğimize, her türlü teröre, algı operasyonuna, darbe girişimine karşı istisnasız doğru tarafta durduğumuza, dün hocaefendisinin dizinin dibindeyken, bugün herkesten çok bağırıp bizi bile FETÖ’cü ilan eden densizlerin ithamına aldırmadan yanlışa yanlış deyip adaletten ve adalet çağrısından hiç kaçmadığımıza tarih şahittir.
Lakin, kaçışımız çürümeden, seviyenin düşmesinden, tahammülsüzlükten kaçıştır.
Kaçışımız düşmandan değil, ‘dost’ görünenden kaçıştır.
Kaçışımız korkudan değil, pervasızlıktan; tehditten değil, aldırmazlıktan, gözü dönmüşlükten, hırstan kaçıştır.
Kaçışımız, masumane kaygılarla dostça uyarılarımızı sınırsız iştihalarının ve kifayetsiz ihtiraslarının önünde mania olarak görenlerin iftiralarından, ithamlarından kaçıştır.
Kaçışımız Rahmet-i Rahman’adır.”
Böyle demiş Sayın Aydın Ünal…
Yazısının bir başka bölümünde de şu “hatırlatma”lar yer alıyor:
“(…) Çoğunun altına imzamı at(a)madığım on binlerce sayfa yazı yazdım. AK Parti’nin programına da, tüzüğüne de, bildirilere, beyannamelere, basın açıklamalarına da, başkanların, bakanların, başbakanların sözlerine de o klavyeyle katkıda bulundum. 15 Temmuz gecesi, üzerimize bombalar düşerken TBMM sığınağında 4 partinin ortak bildirisini yazmak da bana nasip oldu. O klavyeyle Recep Tayyip Erdoğan’ın sesine kelimeler arama şerefine nail oldum.”
Ne denebilir ki, “vedâ”lar hüzün vericidir.
Böyle vedâlar ise büsbütün.
Duranlar, gidenin niçin gittiğine dair bir “tefekkür” faaliyetine girerlerse…
Hüznün bereketi olur bu gidiş.
Olanda hayır vardır.
“Hayırlısı” olsun Sayın Aydın Ünal.