Dosdoğru Yol
İstikamet, sık sık karşılaştığımız fakat tam anlamıyla vakıf olmadığımız bir kavramdır. Zaman zaman yolculuklarımızda rotamızı belirlerken ya da doğruluğuna ve samimiyetine inandığımız birini tarif ederken sıkça kullanırız. Peki, biz dünya hayatı yolculuğumuzda her gün beş vakit namazlarımızı eda ederken Fatiha Suresi’yle ‘Rabbimiz bizi sırat-ı müstakime (doğru yola) ilet’ diyerek adından sıkça söz ettiğimiz, bir müminin hayatının en önemli mihenk taşlarından birini teşkil eden bu kavramı ne kadar tanıyoruz?
Sözlükte ‘doğru ve apaçık yol’ anlamına gelen sırat ile ‘dengeli ve dosdoğru’ manasındaki müstakim kelimelerinden oluşan sırat-ı müstakim ‘apaçık, dosdoğru ve hak yol’ demektir.
İslâm âlimleri,
yukarıdaki bilgilerin ışığında sırat-ı müstakimin manasını ve muhtevasını
belirlemeye çalışmışlardır. Bunlar arasında Allah ve resulüne uyma, Allah’ın
kitabı, İslâm, iman, din, hak, cenneti hak etmiş olanların yolu, kurtuluşa
ulaştırıp cennete götüren yol, Peygamber ile onun arkasından gelen halifelerin yolu
gibi yorumlar zikredilebilir.
Kur’an’da “Allah’a ortak koşmamak, anaya babaya iyilik
etmek, evlâtlarının canına kıymamak, her türlü kötülük ve iffetsizlikten uzak
durmak, yaşama hakkına saygı göstermek, yetim malına yaklaşmamak, ölçü ve
tartıda dürüst olmak, yalan söylememek, Allah’a verilmiş olan ahde vefa
göstermek” şeklinde özetlenebilecek olan belli başlı dinî ve ahlâkî
görevler sıralandıktan sonra bunlara riayet etmenin Allah’ın dosdoğru yolu
olduğu, başka yollara sapmadan bu yolda yürümenin gerektiği bildirilmektedir
(el-Enam 6/151-153). Buna göre sırat-ı müstakim müminler için İslâm dışı her
türlü inançtan, Kur’an ve Sünnete aykırı davranışlardan uzak durarak hayatını sürdürmeyi
ifade etmektedir
Namazlarımızın bütün rekâtlarında Fatiha Suresi’ni okur
ve Allah’tan sırat-ı müstakime hidayet talebinde
bulunuruz. Böylece Rabbimizden sırat-ı müstakime hidayetimizi dilemekle, bu
dünyada ömrümüzü istikamet çizgisinde geçirmeyi, yani kıldan ince, kılıçtan
keskin olan sırat köprüsünü bu dünyada geçmeyi istemiş oluruz. Gerçekten de bu
dünyada bütün işlerimizi, sözlerimizi, hallerimizi istikamet çizgisinde
tutabilmemiz oldukça zor. Ama bu ince ve keskin yolu aşırılıklara sapmadan
tamamlamadıkça da ahirette sıratı geçmemiz mümkün değildir.
Bedenimiz bütün organlarıyla, kalbimiz bütün his
dünyasıyla hep istikamet üzere bulunmadıkça saadete ermemiz mümkün değildir.
Dil, bir Müslümanı istikamette
tutmaya yarayan en önemli uzvumuzdur. Çünkü dil, insanı hayra sevk edebileceği
gibi şerre de sevk edebilir. Onda insanın tüm duygu ve düşüncelerini ifade eden
bir güç vardır.
İmam Gazali dilden şöyle bahseder:
“Hayır da dilin geniş alanına girer, şer de. Bu bakımdan dilin ucunu bırakıp
onun dizginini ihmal eden bir kimseyi şeytan alır, götürür. Onu yıkılmak üzere
olan bir yar’ın kenarına sevk eder. Böylece onu ebedi bir sevkiyete girmeye
mecbur eder; zira insanlar cehenneme ancak dilleriyle ekip biçtiklerinden
dolayı atılırlar. Dilin şerrinden ancak şeriatın gemiyle gemlenen bir kimse
kurtulur. Dilini dünya ve ahirette kendisine fayda verecek konularda
çalıştıran, dünya ve ahirette sonucundan korktuğu şeylerden uzaklaştıran bir
kimse dilin şerrinden kurtulur.”
Dolayısıyla insan hayatı boyunca
ondan çıkan her bir sözün muhatabı olarak mesuliyet içerisindedir. Dilin
istikametini de ancak onu yalan söz söylemekten, gıybet etmekten, boş ve
faydasız sözlerden, laf taşımaktan, iftiradan koruyarak, zikir ve hamd ile
meşgul ederek sağlayabiliriz.