Dosdoğru olmak
Her insan gerek bireysel gerek toplumsal olarak bir başkasının değil sadece kendi hikâyesini, kendi hayatını yaşıyor. Her hikâyenin bireysel yaşam mahremiyetine hürmet, görgü gereğidir, inanç gereğidir. Kulak ve göz hırsızlığı yapmak en büyük ahlaksızlıktır.
Ancak insanın toplumsal yaşam hikâyesinde gerek
ailesine gerek toplumuna ve ülkesine etkileri gereği durum asla böyle değildir.
Toplumsal yaşam ister istemez herkesi müspet ya da menfi olarak etkiliyor.
İnsanın toplum içinde yaptıkları ama iyi ama kötü manada bir şeyleri
değiştiriyor. Yaptıkları ya iyi bir ahlak ya da kötü bir ahlak kapısını
aralıyor.
Evinde, akraba ilişkilerinde, ticaretinde, eğitiminde, siyasetinde, her
nerede olursa olsun dosdoğru olabilme niyeti ve dosdoğru olamama endişesi
taşımayan bir insan; birey, topum ve ülke için gerçekten çok kötü sonuçlar
doğuracak demektir.
Evinde eşi ve çocuklarına şefkat göstermeyen, ticaretinde malını hileden
uzak tutmayan, okulda/camide dersini/vaazını ilmi, akli ve ahlaki söylemeyen,
siyasetinde sözünü yalandan ve doğruluktan esirgemeyen bir insan dosdoğru
olamaz, insanlığa ve insanlara hayırlı bir şey veremez.
Anne
babayı düzeltemezseniz çocukları, tüccarı düzeltemezseniz iktisadı,
hocayı/öğretmeni düzeltemezseniz nesli, siyasetçiyi düzeltemezseniz ülkeyi
kaybedersiniz. Aile, tüccar, hoca/öğretmen ve siyasetçi bir ülkenin olmazsa
olmazlarındandır, kilit taşlarındandır. Bütün bunları dosdoğru yapmak veya
bunlar için dosdoğru insanlar seçmek zorundasınız.
Ahlak, dün de bugün
de olduğu gibi toplumsal bir sorundur. Yeryüzündeki bütün toplumsal sorunlar,
niyet beyanı ve yüksek bir irade ile çözülür. Kötü ahlak ve kötü ahlaklılar
için ne niyet beyanı gösteriliyor ne de yüksek bir irade emaresi görülmüyorsa
bu sorun asla çözülmeyecektir.
Ahlakı
yüksek ve yüce yapacak olan bu dosdoğru olabilmeyi sağlamanın en muhkem yolu,
iyi bir ahlak sahibi olabilme niyet ve iradesi ile beraber gayretten geçer.
Bunu sağlarken de “adil olmak” ve “ihsan üzere” bir yaşam
yapılacakların en başında gelir.
Adalet,
insanlara hangi vakit, hangi mekân ve kime karşı olursa olsun zamanında
uygulanmak üzere emredilmiştir. Adalet, herkesi ve her şeyi yerli yerine koymak
ve gerektiği gibi ceza vermek demektir (iyiliğin ve kötülüğün karşılığı neyse
onu vermek).İhsan olmadan hiçbir iş doğru düzgün yürümez.Görev,
iş, gönüllülük her ne ise onu layığı ve dosdoğru yapabilmek ihsandır. Beni
nasıl olsa görmüyorlar deyip savsaklayarak hatalı iş değil gören olsa da olmasa
da dosdoğru iş yapabilme gayreti demektir.
İnsan dosdoğru olsa
da olmasa da kendi hikâyesini yaşarken etkilediklerinden ya fayda ya da zarar
görecektir. Her canlı gibi kendi
hikâyesini yaşayan her insan bir gün ölümü tadacak. Ve mahşerdeki sorgusu da mutlaka
tek başına olacak. Asla bir başkasının sorgusunun muhatabı olamayacak.
Ancak hikâyesini yaşayan insanın bireysel yaşamı ve
toplumsal yaşamında bir denge yok ve hikâyesinde aşırılık varsa kendi
yaptıkları ve yapmadıkları, kendi söyledikleri ve söylemedikleriyle etkilediği
her başkasının hesabı kendisinden sorulacak. Ve bu sorgu çok çetin geçecek.
Unutulmamalıdır
ki iyiyi yapmayan ve söylemeyen, hikâyesinde iyi ahlakı yaşamayan ve söylemeyenler
de suç işlemiş olacaklar. Birey, toplum ve ülke hangi meslekten olursa olsun ancak
hem iyiyi yaşayan ve söyleyen ve hem iyi ahlakı ile dosdoğru olanlarca cennet
yurduna benzeyebilecektir.