Dört neferden uzlet eyle
İnsan sosyal bir varlıktır. Kendisi dışında var olan insanlarla birlikte yaşamak mecburiyetindedir. Halk ile birlikte yaşarken Hak ile irtibatını kesmemelidir. Hakka giden yolda halk ile ilişkileri de oldukça önemlidir. İyilik ve kötülükte iradesiyle kendine yön tayin eden insan iyi yönüyle melekler seviyesine çıkabileceği gibi kötü yönüyle de hayvanlardan aşağı bir duruma düşebilir. Onun için iyi yönüyle insan olmalı ve Yaradan’ın karşısına o yüzle çıkmalıdır.
İnsanın karşılaştığı her olumsuzluk, fitne ve bela nefsine uyma sonucu meydana gelir. “Çünkü nefis rabbimin acıması ve koruması dışında daima kötülüğü emreder.” (Yusuf, 53) Kötü ve kötülüklerden uzaklaştığı sürece de nefsi esaret altına alır ve ruhun üzerinde hakimiyet kurar. Onun için insanın şu dört kesimden uzak durması gerekir.
Birinci kesim dünyaya meyledenleridir. Kur’an-ı kerimde buyuruluyor ki: “Mal ve evlat dünya hayatının süsüdür. Baki olan, salih ameller, Rabbinin katında, mal ve evlatlardan ve dünyalıklardan iyidir.” (Kehf 46) Bir hadis-i şerifte de Peygamber Efendimiz buyurdu ki: “Dünya sevgisi bütün günahların başıdır.” Hâl böyle iken dünya için ne kadar üzülürsen o nispette dünyaya bağlanır, ahiret sevgisinden uzaklaşırsın. Her gelenin göçtüğü bu dünyada herkes birer misafirdir. Ne kadar kalacağı belli olmayan bir misafir. Misafir için bu dünya da bir emanettir. Emanetin geri verilmesi muhakkaktır. Dünya bir alet, bir vasıtadır. İyi yolda kullanan kazanır, kötü yolda kullanan kaybeder. Dinimiz bu vasıtayı ahireti kazanmak için bir vesile kılmış ve ona meyledenin zarar edeceğini belirtmiştir. O halde dünyaya meyledenlerin ahiret duygusu azalacağından günah işleme oranı artacaktır. Hem dünyaya meyletmemeli hem de meyledenlerden uzak durmalıyız.
İkinci kesim gaflet içinde olanlardır. Nefsin hevâ ve heveslerine uyarak Allah’ı unutmak gaflettir. Dünya ve ahiret adına gerekli olan önemli şeylerin değerini kavrayamamak gaflettir. Yanılıp ihmâle düşmek gaflettir. Gâfil kimse kendisini bilmediği gibi, kendisini yaratıp rızıklandıran hakiki mâbudunu da tanımaz. Mabudunu tanımayanın her türlü kötülüğü işlemesi muhaldir. Bu türlü kişilerden uzak kaldıkça Hakka yakın olunur. Cenâb-ı Hak şöyle buyurur: “Kim Rahmân (olan Allah’ı) zikretmekten gâfil olursa, yanından ayrılmayan bir şeytanı ona musallat ederiz. Şüphesiz bu şeytanlar, onları doğru yoldan alıkoyarlar da onlar, kendilerinin doğru yolda olduklarını sanırlar.” (Zuhruf, 36-37)
Üçüncü kesim bid’at ehlidir. Dinde aslı olmayan bir şeyin sonradan ortaya konulması, dinimizde “bid’at” diye adlandırılır. Peygamber Efendimiz, dinde haddi aşıp ileri gidenlerin aşırılıklarını, bâtıl yollara sapıp dini tahrif edenlerin tahrifatını bid’at olarak görmüştür. Yüce Allah “Biz kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık.” (En’âm sûresi, 38) buyurmuş, ayrılığa düşüldüğünde de “Bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz, çözüm için, Allah’a ve Resulüne başvurun.” (Nisâ, 59) ayeti yol göstermiştir. Dinin dışında uydurulmuş şeylerle amel edenlerin sapıtacağı aşikardır. Bu türlü kişilerden de uzak durmak gerekir.
Dördüncü kesim ise hilebazlardır. Sözlükte “çare, maharet, kurnazlık” gibi anlamlara gelen hile hukuk dilinde, bir kimseyi istenen yönde bir irade beyanında bulundurmak için onda yanlış bir kanaat uyandırarak veya mevcut bulunan hatalı fikrin devamını sağlayarak yanıltmayı ifade eder. Yüce Allah “Mü’min erkeklere ve mü’min kadınlara, yapmadıkları bir şeyden dolayı eziyet edenler, şüphesiz bir iftira ve apaçık bir günah yüklenmişlerdir.” (Ahzâb, 58) buyurmuştur. Ayet-i kerimenin ortaya koyduğu gerçek bir Müslümanı, herhangi bir şekilde aldatmak suretiyle üzen kimse, büyük bir günah yüklenmiş olmaktadır. Hz. Muhammed (s.a.v.) “Bize hile yapıp aldatan da bizden değildir.” (Müslim, Îmân 164) buyurarak hile ve hilecileri lanetlemiştir. Dünya ve ahiret selameti için böyle kişilerden de uzak durulmalıdır.
Kuddûsî’nin dizeleriyle özetlersek “Girmek istersen erenler zümresine ey ‘azîz / Turma dâ’im eyle tevhîd gice gündüz kış u yaz / Dört neferden ‘uzlet eylersen bulursın tîz murâd / Ehl-i dünyâ ehl-i gaflet ehl-i bid’at hîle-bâz.”