Dönelikle tavaf arasında
Kabe’nin temsil ettiği değerleri, Tevhid’i merkezine alarak dönmeyi tavaf olarak biliyoruz. Buna o şeyhin, bu cemaatin anlayışı, şu mezhep, o tarikat demeden saf Allah ilkeleri dersek içim rahat edecek… Ve biz bunu sadece Peygamber as dan öğrendik. Onun üzerine iletilmiş onca ilmi ilk saflığına döndürerek anlamaya çalıştığımız anlamı merkezimize alarak döndük, dönüştük hayatta. Hala da öyle safiyetle dönmeyi isteriz. Bu bizimki bilinen danslardan, oyunların hepsinden farklı bir “hareket”…
Uzatmayayım. Tavafın yedi oluşu da aşağı yukarı
dönemeçleri ile bir ömrü temsil ettiği kadar, sonsuzluğa da açık kapı
bırakıyor. Döne döne bir de bakmışız ki merkeze varılmış. Miraç anlatımında “bir
yay veya ok ile” anlatılmış o mesafesizlik, o çok yaklaşmak… Yani mümkün
olabilen, yanmama sınırında var olarak kalınabilen bir yakınlık ne kadarsa o
kadarıyla yaklaşmak: merkeze…
Herkesin kendi özel mesafesi. Mesafesizliği… Mesafeye
gününü göstermesi. Allah ile, ilkelerle olan yakınlığı, sıkı fıkılığı…
Merkezine aldığın ne ise O’na…
Kalbine aldığına, hatta kalbin yaptığına…
(Mesela bir
hata yaptığımızda kendi kalbimize alınmayız. Allah’tır o evin, küçük Kabe’nin
sahibi çünkü. Kapıda özürler, kapıda, soğukta kalmalar… Sonra değişme, dönme…
ve Kalbimie alınma… )
Fakat bazen dönüşler karışıyor. Aslında Kabe’ye
fiziksel olarak yakın olunmamış her zamanda bir şeyler için dönüp dolaşıp
duruyoruz. Acaba normal, gündelik hayatta merkezimizde ne var? Gerçekten hangi
ilkeleri merkezde tutarak onların etrafında bir şeyler için dönüp duruyoruz?
Gerçek hayattaki tavaf silsilemiz, dönüp durmalarımız, hiç yerimizde
duramayışlarımızın dikkate aldığı esas, değişmezler ne? Merkezle, kalbimizle,
kalbimizin aklını taktığı o güzel takıntıları ile, olmazsa olmazları ile ne
kadar alakalıyız? Alakamızı, bağımızı ne kadar taze tutabiliyoruz? Dönerken
düştüğümüzde bizi kaldıran o değerler hakikaten de gündelik koşturmacada da
kıymetli yerlerinde korunmuş halde duruyorlar mı?
Bunca koşturmaca, özellikle şehrin orta yerlerinde,
ofisin, evlerin orta yerlerinde, koridorlarda, salonlarda, iş merkezlerinde
yapılan bunca dönüp durmalar, uzak tavaflar merkezî ilkelere ne kadar yakın?
Merkeze olan bağlılığı artıran dönüp duruşlar mı bunlar? Yoksa merkezden
kopmuş, serbest danslar mı?
Bir an için dönmeyi durdurup ne için dönüp durduğumuzu
düşündüğümüzde bu sorunun cevabını veririz. İnsan kendi gerçeğini bilme
yetkinliğindedir. Öyleyse ne güzel! Bir başkası bizim dönüşlerimizi
değerlendiremez. Öz tavafımızı değerlendirecek yetkinlikte değildir. İç ve dış
şartlarımızı, hangi şartlarda bu dönüşü, bu ömrü gerçekleştirdiğimizi bilemez
bir başkası. Bunu ancak Bilen bilir. Ve biz de başımızın dönmesini durdurup bir
düşündüğümüzde hissederiz.
Kalbimiz kişisel Kabe’miz. Kozmik odamız. En uzağın en
yakınlığı… Bütün dönüp durmaların, bütün etrafın merkez odası, evrenin
kendimize ait merkez noktası…
Dönmenin, dönekliğin de merkezi…
Fakat işte döneklikle tavaf arasında bir b-ağ var. Dönüşlerimizin
niteliğini düşünmek zorundayız. Ne olursa olsun dönelim değil, bir anlam ve bir
estetikle… dura düşüne dönelim derim. Dönerken dengesizleşip düşmek yerine
düşünerek dönelim.