Doğunun Batısı, Batının Doğusu: Malatya
Malatya Kitap Fuarı bu defa dostlarla geçti. Sık sık fuarı ve imzayı ektiğimizi itiraf edelim. Üniversitede "dersi ekmek" tabirini kullanırdık. Lisede de"Okulu kırmak" vardı hani. İşte fuarı kırdık kimi zaman.
Malatya insanında şefkat var. Sahip çıkma var. Böylesi bir sahip çıkmaya tanık olduğunuzda daha evvel yetimmişiz duygusunu yaşıyorsunuz adeta. Bundan böyle Malatya'da ne yetişir diye sorduklarında "İnsan!" diyeceğim sanırım. Kayısı'dan önce...
Kitap aşığı doktor
Malatya eşrafından değerli Mehmet Aslan, kitap aşığı bir doktor. Malatya bilir ki; kendi sahasında da önemli atılımlar yapmış. İmzayı bahane kılarak koyulduğumuz bir muhabbet esnasında sayısı konusunda hepimizin şaşıracağı bir kütüphaneye sahip olduğunu öğreniyoruz. Hatta kitaplarını bir kaç şehrin buluşma noktasında bir kütüphaneye dönüştürme fikri var. Konuşma esnasında bu memleketin "Aşkınan çalışan yorulmaz." coşkusunun önünü açarsa şayet bu devlet, bu ülkeyi kimse tutamaz, cümlesi akıyor içime. Dua ederek ve "Bu konuda ben nasıl bir çaba harcayabilirim?" Sorusunu zihnimde kapı kapı gezdirerek dinliyorum onu. Memleketine yük olmadan memleketini uçuracak bütün insanlara fırsat verilmeli. Devlet değil burada el uzatan, dikkatinizi çekerim. Halk el uzatıyor evvelinde devletine..."Tut ki seni kaldırayım, kalkındırayım!" potansiyeliyle... Sanat Sokağındaki Menengiç kahvesi de bunun şahidi...
Malatya'da daha ilk gün bana göre felsefeci, kendisine göre kimya mühendisi O. Sezgin bey ve yine öykü kulübünü, öykü yazarı Emine hanımla birlikte yürüten Hüseyin Cömert bey ile kitabı, Malatya'yı, İstanbul'u konuşuyoruz. Yazıya, kaleme, bilme aşkına hürmet gibi bir payda üzerinde muhabbet ediyoruz. Neler yapabiliriz daha iyi? Onu arıyoruz.
Mana Yayınları'ndan çıkan 3. Kitap: Diriler İçin/ Bir Yasin Okuması sebebiyle gitmiş olduğum fuarda birbirinden değerli gençlerle, mesela Asiye ve Rojan ile tanış, kaynaş oluyorum. Değerli yazarlardan kimileriyle kitapları üzerine konuşuyoruz. İlginç olan şey; deniliyor ki: Malatya yalnızca okuyan değil, yazan da bir şehirdir.
Bu bir imza günü... İmzanın aslı; kitabın muhtevasıdır, bir okurun hayatında nasıl bir söz, iz bırakmışsak işte o okurla birlikte el ele attığımız imzadır. Abartılmış ve menfaat devşirme amaçlı yapılan her "şirinlik"ten uzak durmayı öğrendik biz, değerlerimizden. İmza konusuna da kem bakmamız ondandı. Lakin herhangi bir şey nitelikli yaşandığında da güzelleşiyor mübarek. İmza; hikmet arayışçılarını buluşturuyor, hakikaten tanışıp kaynaşmaya vesile oluyor. Kalbin ve aklın pazarı kuruluyor ve karşılıklı samimi alışverişler oluyor.
Fakat yine de yazar, yazdıktan sonra kitabı ile biraz mesafeli olmalı. Kitabının başında sıkıcı bir veli gibi tutulmamalı. Onu halka everdiğini (Anadolu'da evladı evlendirmenin tabiri) bilmeli. Kız annesi gibi davranmamalı. Yaz kitabı, at denize... Balık bilir. Balık senden iyi bilir belki. Halık ise zaten bilendir!
Hay Hakk! (Dedemin esnerken bile O'nu anma titizliği) ile yazıyı noktaladım gitti.