Doğrulukta izzet, şeref, saadet ve selamet vardır!..
Doğruluk, insanı daima iyiliğe yönlendirir ve onun
ahlakını güzelleştirir. İnsana huzur verir, kişilik ve güven duygusu
geliştirir. Çünkü doğru söyleyen ve dürüst davranan insan kendisinden emindir,
vicdanen de rahattır. Yalan söyleyen kişi ise, yalanı ortaya çıktığı zaman çok mahcup
olur. Ancak doğru söyleyen insanın böyle utandırıcı bir durumla karşılaşması
söz konusu değildir.
Sevgili
Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem, doğru olmayı; iyi insan olmanın
şartı saymış, cennete girebilmek ve Sıddıklar makamına varabilmek için, doğru
olmak gerektiğini ifade buyurmuştur.
Hadis-i
şerifte buyuruldu ki: “Size doğru olmanızı emrederim. Çünkü doğruluk iyi
olmaya, iyilik de cennete götürür. İnsan doğrulukta sebat ederek nihayet Allah
katında ‘sıddîk’ (dosdoğru kişi) diye yazılır. Size yalan söylemeyi de
yasaklıyorum. Çünkü yalan kötülük işlemeye, kötülük de cehenneme götürür. İnsan
yalan söyleye söyleye sonunda Allah katında ‘kezzâb’ (yalancı kişi) diye
yazılır.” (Buhari)
Görüldüğü
gibi yüce dinimiz İslam’da doğruluk, büyük bir fazilet olarak teşvik edilmiş,
onun tersi olan yalan söylemek, hile yapmak ve sahtekârlık ise, yasaklanmıştır.
Biz, Dinimizin bu güzelliğini sözlerimiz ve davranışlarımızla göstermeli,
dosdoğru kimseler olmalıyız. Aksi takdirde Müslüman olmayanlar, bizim
yalancılık ve sahtekârlığımıza bakarak Dinimiz hakkında çok yanlış düşüncelere
sahip olurlar, bunun da vebali çok büyüktür.
Doğruluk
öyle bir meziyettir ki; insanı dostlarının sevgisine mahzar kılar, düşmanlarını
da takdire mecbur bırakır. Evet doğruluğu dostlar kadar, düşmanlar da takdir
ederler.
Doğruluğun
yegâne timsali olan Efendimiz aleyhisselamı düşünelim: O’nun düşmanları, en
büyük mucizeleri gördükleri halde sihirdir, diyorlardı. Bir gün Ebu Cehil,
avucuna çakıl taşları gizlemişti. Dedi ki: “Ya Muhammed (sallallahü aleyhi ve
sellem!) Sen peygamber olduğunu iddia ediyorsun. Eğer gerçekten peygamber isen,
şu avucumun içindekileri bil bakalım.” Bunun üzerine Efendimiz aleyhisselam: “Benim
gerçekten peygamber olduğumu ben değil, elindeki taşlar söylesin,” buyurdu.
Bu esnada Ebu Cehil’in elindeki taşlar: “Lâ ilâhe ilellâh” (Allah’tan
başka ilah yoktur,) diyerek, kelime-i tevhidi söylemeye başladılar. Çakıl
taşlarının söylediği kelime-i tevhidi bizzat kulaklarıyla duyan Ebu Cehil ve
arkadaşları: “Ne büyük bir sihirbazsın” diyerek, yine küfür ve inkârlarında
direttiler. Bu derece düşmanlıklarına rağmen müşrikler bile, Efendimiz
aleyhisselamın doğruluğunu kabul etmişler ve kendisine el-Emin
(güvenilir kişi) demişlerdir.
Doğruluk, insanlar arasındaki bağları güçlendirir;
dostluk ve arkadaşlık kurmalarını, ilişkilerini düzenli bir şekilde devam
ettirmelerini sağlar. Çünkü doğru söyleyen ve dürüst davranan insan,
başkalarının sevgi, saygı ve güvenini kazanır.
Doğruluk, insanı âhirette kurtuluşa ulaştırır. Yüce
Allah’ın emirlerine itaat eden, yasaklarından kaçınan, doğru sözlü olan, her
işinde doğruluğu ve dürüstlüğü esas alan kimse cennete girer. Çünkü yüce Allah,
doğru insanları bağışlayıp ödüllendireceğini müjdelemiştir. Âyet-i kerimede
buyuruldu ki: “Allah’a teslim olan erkekler ve teslim olan kadınlar, İslâm
dinine iman eden erkekler ve iman eden kadınlar, taate devam eden erkekler ve
taate devam eden kadınlar, dürüst erkekler ve dürüst kadınlar, sabreden
erkekler ve sabreden kadınlar, mütevazı erkekler ve mütevazı kadınlar, hayır
yolunda infak eden erkekler ve infak eden kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç
tutan kadınlar, ırzlarını koruyan erkekler ve ırzlarını koruyan kadınlar,
Allah’ı çok zikreden erkekler ve çok zikreden kadınlar var ya, işte Allah
onlara mağfiret ve büyük bir mükâfat hazırlamıştır.” (Ahzab 35)
Doğrulukta
izzet ve şeref, saadet ve selamet vardır. Doğru olan toplumlar, hem toplumsal
açıdan hem de ekonomik yönden yükselirler. Doğruluğu şiar edinen toplumlar
güvenli toplumlardır. Böyle toplumlarda herkes huzur ve sükûn içinde yaşar.
Anarşi ve kargaşa olmaz, kimse kimsenin malına, canına, ırzına ve namusuna göz
dikmez. Bunun içindir ki, Peygamber Efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem şöyle
buyurmuştur: “Men gaşşenâ feleyse minnâ!” (Bize aldatan, bizden
değildir.) (Müslim)