Dolar (USD)
35.19
Euro (EUR)
36.76
Gram Altın
2965.08
BIST 100
9724.5
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

"Doğru, tanrı değilim; henüz değilim"

Modernizmin önemli bir miti olan ilerleme düşüncesinin hala toplumlarda etkin bir zihni arka plan oluşturduğu izlenebilmektedir. Çünkü çağdaş insanın gencisi ve yaşlısıyla geçmişteki insanlardan daha iyi olduğu fikri bir şekilde söz ve eylemlere yansımaktadır.

İlerleme düşüncesi erken zamanlarda modernliğe iliştirilmiş bir parametre olarak algılanırken, bizzat kendi içinden eleştirilerle bir mit haline dönüşmüştür. Onun mit olma niteliği, aslında hala toplumlarda etkin olması üzerinden izlenebilir. İlerleme düşüncesini savunanlar nezdinde haklılaştıran gösterge de hiç kuşkusuz teknolojidir. Modernizm kendisini askeri güç ve teknoloji üzerinden tüm dünyaya yaymıştır. Bunlar içinde teknoloji ve bilhassa günümüzde var olan dijital teknoloji hem insanlığın ilerlediği hem de Batı’nın yenilmezliğine gerekçe yapılmaktadır.

Aslında teknolojiyi de içine alan bir dizi gelişmeler üzerinden konuşulması gereken aktüel sorun dünya ölçeğinde giderek yaygınlaşan hegemonyadır. Bu hegemonya kültürel, sosyal olduğu kadar artık ekonomik ve siyasal boyutlarıyla belirginleşmeye başlamıştır. Kastettiğim şey, dünya ölçeğinde tüm insanların bir şekilde kontrol edilmesi bağlamında bir hegemonyadır. Yoksa zaten hegemonya bir sorun olarak hep vardır.

Bu hegemonyanın dünya sisteminin neredeyse bir aparatı hatta standart donanımlarından birisi haline geldiğini söylesek abartmış olmayız. Çünkü dünya özgürleşiyormuş gibi görünürken aslında kontrol giderek artmaktadır. Hatta insana hiçbir boşluk bırakmadan onun gündelik hayat rotası ve refleksleri çizilmektedir dünya sistemi tarafından. Bu durum tıpkı geçmişte Tanrı’nın insana rota çizmesi fikrine ne kadar benzemektedir. Çünkü zaten insan(lığ)ın böyle bir makamda ilk zamandan beri gözü bulunmaktadır. Çağdaş film repliklerinden birisinde “Ama sen tanrı değilsin” sözü karşısında “doğru tanrı değilim; henüz değilim” şeklinde bir cevap verilmektedir. Durmadan dine ve geçmişe yönelik olarak Tanrısal hegemonyadan bahsedilmektedir. Halbuki Tanrı insanın tercihleri karşısında özgür bırakırken, insanı insana karşı daha acımasız bulmaktayız.

Daha önce de belirtildiği üzere ekonomik faktörler dünyanın geleceğindeki sistem ve ideolojileri belirlemede birinci rolü oynamaktadır. Mevcut duruma bakarak geleceğe doğru projeksiyonla tüm dünya ölçeğinde büyük bir kitleyi alt sınıflık üzerinden kontrol etme isteminin belirginleştiğini görmekteyiz. Batı toplumlarında da orta sınıflarda zayıflamalar izlenirken, dünyanın diğer ülkelerinde giderek artan yoksullaşma bunun göstergelerini vermektedir. Küreselleşme’nin önemli teorisyenlerinden birisi olan Wallerstein’ın “modern dünya sistemi” teorisi, zaten tüm ülkelerin küreselleşme üzerinden dünya sistemini onaylaması durumunda bazı getiriler elde edeceğini bize açık ve örtük biçimde söylemektedir.

Tam da bu nokta bize postmodern küresel dünyada devletlerin yeni işlevlerinin konuşulmasını zorunlu kılmaktadır. Bilindiği üzere modern ulus-devlet modeli en azından bütün devletlerin bağımsız bir entite olarak kendi sınırları içinde gelişmesine atıfta bulunmaktaydı. Küreselleşme ulus devletlerin işlevlerinde kısmi zayıflamalar getirerek ülkeleri ve devletleri birbirine daha bağımlı hale getirmiştir. Yine de var olan belirsizlikler ulus devleti bir güvenlik alanı olarak tanımlamaya devam etmektedir. Avrupa’da aşırı sağın yükselişini biraz da böyle okuyabiliriz. Ancak dünyanın evrensellik talebi ile ulus devletin parametreleri arasındaki gerilimler de bir şekilde sorun olarak yaşanmaya devam etmektedir. Dolayısıyla küreselleşmenin aktörleri (ki ulus aşırı şirketlerdir öncelikle) kurmaya çalıştıkları dünya kontrol sisteminde devletlere görevlendirme hedefine matuf davranmaktadırlar.