Doğa ve maneviyat
Bilim sayesinde
içinde yaşadığımız doğayı keşfediyoruz. Doğa,
insanı kendisini keşfe, yaşamaya,
anlamaya ve düşünmeye çağırıyor. Doğayı düşünmeden, yaşamadan, anlamadan
maneviyatın, ahlakın, hukukun, aklın, felsefenin ve bilimin olması mümkün
değildir. İçimizdeki merak arzusunu, ancak doğayı keşfederek tatmin edebiliriz.
Merak ve hayranlığımızı gidermek için yapmış olduğumuz doğa keşifleri, bilim,
felsefe, ahlak, edebiyat, sanat, şiir, maneviyat olarak meyvelerini
vermektedir.
İnsan, soruları olan
bir varlıktır. Kim olduğu, etrafındaki kainatın nasıl işlediği ve bütün bu olup bitenlerin ne anlama geldiği
şeklindeki sorular, insanı sürekli olarak meşgul etmektedir. Sorular
değişmemesine rağmen, cevaplar sürekli olarak değişmektedir. Ontolojik
soruların, hiçbir kesin cevabı yoktur. Bilim, yapmış olduğu araştırmalarla
insana ve doğaya dair merakımızı ve
arayışımızı gidermekte ve bizi aydınlatmaktadır. Maneviyat, doğayı ruhumuzda
sahiden yaşayarak bu varoluşsal soruları varlığımızın derinliklerinde keşfetme
tecrübesidir. Bilim ve insan, insandan kaynaklanarak doğaya uzanan engin tecrübelerdir. Birtakım kurgular ve hurafeler
adına bilimin ve maneviyatın sığlaştırılması ve içinin boşaltılması,
insanın kendisine ve doğaya
yabancılaşmasına, hatta düşman olmasına neden olmaktadır.
Bilim sayesinde
doğayla sağlıklı, verimli ve yapıcı bir ilişki içinde olabiliriz. Bilim ve akıl
olmadan doğayı anlamsız taşlar, dağlar,
ormanlar yığını anlamak şeklindeki kaba,
hoyrat ve yapay bakış açısından kurtulamayız. Doğayı, bilim ışığında tecrübe
etmeli, anlamalı ve keşfetmeliyiz. Doğa ile ilgili en sağlam keşifleri, ancak
bilim sayesinde yapabiliriz. İnsanın
kendisine dair idraki ile doğayı tecrübe edişi birbirinden kopartılamaz.
Kendimizi doğa ile ilişki kurarak idrak etmemiz mümkündür. Doğayla kurulan
rant, yağma ve talan üzerinden bir ilişkinin insanın kendisiyle ilgili verimli ve yapıcı bir idrak düzeyine
ulaşmasına hiçbir katkısı bulunmaktadır. Doğa ve insana dair bilgimizi birlikte
geliştirmeliyiz. İnsan ve doğa bilimleri birbirinden ayrılamaz. Doğa ve insan
bilgisi arasında yeniden köprüler, kanallar ve ilişkiler kurmalıyız.
Doğayı tecrübe etmek,
bütün varlığımızın doğayı yaşaması demektir. Bedenimiz, ruhumuz,
düşüncelerimiz, düşlerimiz, sezgilerimiz, tutkularımız, coşkularımız,
doğada sınırsız bir şekilde ortaya
çıkmaktadır. Doğada sınır yoktur. Doğayla kurduğumuz ilişki, doğal, derin ve
özgürdür. Doğada özgürleştikçe ve olgunlaştıkça, bütün yapaylıkları aşarak
gerçek bir maneviyatı bedenimizle,
ruhumuzla, duygularımızla, düşlerimizle ve tutkularımızla yaşıyoruz.
Doğa, bütün insani
tecrübe alanlarının kaynağıdır. Her şey doğayla başlamakta, gelişmekte ve
ilerlemektedir. Doğayla kurduğumuz ilişki olumlu, yapıcı ve üretken bir ilişkiyse, insanlarla
ve hayat kurduğumuz ilişkide sağlıklı ve verimli olmaktadır. Hayatımızı
dengeyi, hazzı, neşeyi, huzuru ve
verimliliği doğa katmaktadır. Necati
Cumalı, doğanın hayatında oluşturduğu coşkuyu, dengeyi ve barışı şöyle ifade
etmektedir: “Akan suyu severim ben/Işıldayan karı severim/Bir yeşil yaprak/Bir
telli böcek/Yeşeren tohum/Güneşte görsem/Sevinç doldurur içime/Bir günü/Güzel
bir günü/Güneşli bir günü/Hiçbir şeye değişmem/Onun için savaşı sevmem.” Doğayla
ilişki kurmak, duygu, düşünce, ruh ve
maneviyat düzeylerinde canlanmak ve coşmaktır. Varoluşumuzun bütün düzeylerinde
doğayla bütünleştikçe, kendimizle, insanlarla ve canlılarla barış ve birlik içinde ilgilenmemizi ve
ilişkilenmemizi sağlayacaktır.
Doğayla kuracağımız
ilişki, ruhumuzda kurduğumuz manevi bir ilişki olmalıdır. Doğa, sadece
nesnelerden oluşmamaktadır. Ağaçların, dağların, nehirlerin, hayvanların bir
ruhu vardır. Her yaprak, böcek, kelebek, meyve ve çiçek içinde bir ruh
taşımaktadır. Doğada, herkes ve her şey, birbiriyle ruhsal ve fiziksel olarak
ilişki içindedir. Doğayla ruhsal temelde bir ilişki kurarak yeni bir maneviyatla kendimizi yenilemenin
kanallarını açmalıyız.