Diyalog çağrısı!
Uluslararası diplomasinin kullandığı dil, bilirsiniz biraz çetrefillidir. Bu dilin en büyük özelliği kalıplaşmış olarak kullanılan her cümlenin bir mesajının olmasıdır. Ortaya karışık, yuvarlak cümleler gibi görünen ifadeler aslında net anlamlar içerir. Bunlardan bir tanesi de “diyalog” çağrısıdır. Nerede bir cümle kuruluyor ve içinde “diyalog” kelimesi geçiyorsa bilin ki orada bir hinlik, bir sıkıntı vardır. Zaten başımıza ne geldiyse bu diyalog belasından gelmedi mi? Mesela dinler arası diyalog! Malum çete, Batıdaki ağababalarının gönlünü hoş tutmak için bu sihirli kavramı kullandılar ve bu kavram üzerinden batılı efendilerine “hizmet” ettiler. Kimin kime “hizmet” ettiğini iyi anlamak istiyorsanız kullandığı dile dikkat edin.
Şimdilerde biliyorsunuz Azerbaycan ile Ermenistan arasında düşük yoğunluklu bir savaş yaşanıyor. Her ateşkes ilanında Ermenistan sivil hedefleri bombalayarak Azerbaycan’ın, sivilleri bombalamadan, normal yollardan ele geçirdiği toprakların hıncını çıkarıyor. Azerbaycanlı kardeşlerimiz Dağlık Karabağ’da esasında kendilerine ait olan toprakları işgalden kurtardıkça Ermenistan, yiğitçe, mertçe, cephede veremediği mücadelenin acısını sivil hedefleri bombalayarak çıkarıyor. Dost ve düşman ülkeler ise kâh Ermenistan’a, kâh Azerbaycan’a açıktan ya da dolaylı destek vererek tarafını, safını belli ediyor. Bir de tarafını, safını diplomasinin sinsi dilini kullanarak belli edenler var. Mesela bazı ülkeler her iki tarafa da diyalog çağrısı yapıyor. Diyalog çağrısı yapmak demek, zalim tarafa “sen zalimliğine devam et” demektir. Savaşın birebir, cesurca, cephede yaşanmadığı durumlarda taraflardan acımasız ve zalim olanı muhakkak sivil hedeflere yöneliyor ve kalleşçe masum insanların üzerine bomba yağdırıyor. Bosna savaşında da böyle olmuştu. Vahşi Sırplar, Avrupa’nın göbeğinde masum Boşnakları katlederek adice bir soykırıma imza atmışlardı. Tarafları diyaloğa davet eden Avrupa devletleri ise sürekli diyalog çağrıları yaparak dolaylı yoldan Sırpların bu vahşice soykırımına göz yummuşlardı. Şimdi Azerbaycan için de bu acı gerçek işliyor. Hiçbir Avrupalı devlet kalkıp da “Ermeniler masum insanları öldürmemeli, savaş mertçe, yiğitçe sürmeli” diyemedi. Ermenilere destek veren devletler kalkmışlar diyalog çağrısı yapıyorlar. Aslında demek istedikleri şu: “Ey Azeriler, siz Dağlık Karabağ’da belli ki başarılısınız. İşgale uğrayan topraklarınızı bir bir geri alıyorsunuz, size gücü yetmeyen Ermenistan ise sivil hedefleri vurarak ilerleyişinizi durdurmak istiyor. Bu sivil hedeflere yönelik saldırıların durması için siz diyalog başlatın ve Ermenistan’la savaşmaktan vazgeçin!” Yaptıkları kalleşliğin özeti bu. Bilmem anlatabildim mi?
Aile Bizim Neyimiz Olur?
Sinop Üniversitesi, 15-17 Ekim tarihleri arasında uluslararası bir sempozyum icra etti. Şahsımın da bir bildiri sunduğu sempozyumda aileye ilişkin kapsamlı değerlendirmelerde bulunuldu. Sosyal, kültürel, psikolojik, iktisadi ve siyasi açıdan ailenin içinde bulunduğu durum, bilim adamları tarafından geniş çaplı olarak masaya yatırıldı. Türk toplumunun çekirdeği ve belkemiği olan ailenin modern dönemde yaşadığı sarsıntılar hatırlandığında sempozyumun ne denli kıymetli bir etkinlik olduğu ortaya çıkıyor. Başta Üniversite Rektörü Sayın Nihat Dalgın (Prof.) olmak üzere bütün tertip heyetini canı gönülden kutluyorum. Özellikle sempozyumun yükünü çeken icra heyeti, gerçekten sempozyum süresince çok samimi ve fedâkârane çalıştı. “Aile bizim her şeyimiz olur” diyenlerin Aralık’ta çıkacak sempozyum bildiri kitabına göz atmasını tavsiye ederim.
Şaşırıyoruz!
Türkiye son yıllarda yedi düveli karşısına alarak bazı dış politik ataklar gerçekleştiriyor. En azından bölgesinde aktif bir oyuncu ve proaktif bir lider olma yolunda hızla ilerliyor, Türkiye büyük bir güç olarak bölgesel ve küresel rekabete dahil oluyor. Tabi bu durum İsrail’i, Suudi Arabistan’ı, Fransa’yı, ABD’yi hatta Rusya’yı ciddi şekilde rahatsız ediyor. Küresel düzenin hard power aktörleri ve soft power aktörleri şüphesiz bu durumdan oldukça rahatsızlar. Şimdilerde küresel bazı vakıflar içeriden kimi kaleleri fethederek yol almaya çalışıyor. Anlaşıldığı kadarıyla ucu Bill Gates Vakfı’na kadar dayanan ve Tarım Bakanlığınca teklif edilen Gıda Yasası tam da bu cinsten bir Truva Atı olarak karşımıza çıkıyor. Allah’tan son dakikada teklif TBMM’den çekildi de amacının ne olduğu az çok bilinen bir yasa tasarısı kanunlaşmadan geri döndü. Keşke benzer tepkiler zamanında İstanbul Sözleşmesi için de verilseydi de iş bu noktaya gelmeseydi. Küresel, bölgesel arenada Türkiye bir taraftan yedi düvelle çarpışıyor, öbür taraftan sinsi bazı lobilerin kirli planları için açık pazar haline geliyor. Şaşırıyoruz doğrusu!