Divan şairlerinin zarif mirası: Ramazannâme
Açıldı yine mısra-ı dervâze-i gufrân
Hak’tan taleb-i mağfirete vakt ü zamandır (Vâsıf)
Doğası
gereği içerisinde anlam katmanları barındıran divan şiirinde “Ramazannâmeler”, eski
Ramazanları şiirin penceresinden seyretmemize vesile kılan canlı tablolardır. Ramazannâmelerde,
ecdadımızın Ramazan sevinci ve hazırlıkları, şiir sohbetleri, sahurlar, iftarlar,
mukabeleler ve teravih namazlarına dair pek çok dinî, sosyal ve kültürel ize
rastlarız. Bu kültürel faaliyetler çerçevesinde atasözleri ve deyimler
üretilmiş, hatıratlar kaleme alınmış ve halk tarafından söylenen Ramazan
manileri ve ilâhileri sayesinde edebiyatımız, bu aya mahsus bir Ramazan
Edebiyatı kimliğine bürünmüştür. Bir ramazan manisinde “Bu mâh aylar
yücesidir / zevk u safâ gecesidir” denilerek Ramazanın bir neşe kaynağı
kılındığı, yolu gözlenir bir hâle getirildiği, külfet değil büyük bir nimet olarak
bilindiği görülür. Süheyl Ünver hocamızın da ifade ettiği gibi Ramazan ayında
mahya, temizlik, ahlak tasfiyesi, günah ve zararlı şeylerden çekinme, yerinde
eğlenebilme, dinlenebilme, cömertlik ve herkesi düşünmek terbiyesini bir araya
getirerek bir ‘Ramazan Medeniyeti’inin oluştuğunu ve bu medeniyetin
tezahürlerinin Ramazannâmelerin mana tabloları içerisinde seyredilebileceğini
görürüz.
Genellikle
kaside, nazım şekli ile yazılan Ramazannâmeler/Ramazaniyeler; terkib-bend,
gazel, murabba, tuyuğ, ilahi ve rubai nazım şekli ile de kaleme alınmıştır.
Enderunlu Fâzıl, Şeyh Gâlip, Sabit, Nazım, Nadîm, Enderunlu Vâsıf, Sümbülzâde
Vehbî ve Koca Râgıp Paşa gibi şairlerin Ramazannâmeleri özlediğimiz ramazanların
tasvirleri ile doludur.
Ramazan
ayına birkaç ay kala evlerde sevinç ışıkları yanmaya, köylerden şehirlere
memleketin her köşesinde Ramazan hazırlıkları ve tedarikleri yapılmaya başlar.
Halk sair günlerdeki erzak ve ev ihtiyaçlarına ek olarak imkânları nispetinde
reçeller, pastırmalar, zeytinler, peynirler, şerbetlik şekerler, hoşaflıklar,
güllaç, çorbalıklar alır; ayrıca evlerde bulunan sini, sahan ve tencere gibi
bakır kapların hepsini kalaylar. Çifte minareli camilerin minareleri arasına mahyalar
kurulur, hatta tek minareliler bile “saçak” adı verilen mahyalarla süslenir ve
böylece bir Ramazan medeniyeti teşekkül etmeye başlar.
Ramazan
öncesi hazırlıkların en önemlilerinden biri de hâli vakti yerinde olanların
Kuran kurslarına, ilim öğrenen talebelere “Ramazaniye” adı verilen yiyecek ve
erzak göndermeleridir. Aynı şekilde yoksullara, akrabalara, komşulara, dul ve
yetimlere de nevale paketleri gönderilir. İnsan ruhuna ferahlık, fakir fukaraya
ümit bahşeden bu heyecanı Enderunlu Fâzıl şu beyiti ile terennüm eder:
Şehre geldi
berekâtıyla mübârek ramazân
Oldı şeh-bender-i
kâlâ-yı sevâb u gufrân
İşte bu coşkuya divan şairlerimiz de eşlik etmişlerdir. Kadim şiir tarihimizi anlatan kaynaklar, divan şairlerinin Ramazan aylarında özel şiir sohbetleri yaptıklarını haber verirler. Mevsimine göre kıraathanelerde, konaklarda, yalılarda veya devlet büyüklerinin köşklerinde, iftar bahanesiyle bir araya gelen bu şairler, sahur vakitlerine kadar şiirin ruhlara verdiği bediî zevki teneffüs etmekten büyük haz duymuşlardır. Bursalı İsmail Hakkı Bey’in Ramazan ayının gelmesi ile ruhunda hissettiği sürurun aşağıdaki mısralar vasıtasıyla bize de aksettiği görülür.
Sâye saldı ehl-i
imân üstüne
Hamdülillah geldi
mâh-ı ramazan
Doğdu ol nur ehl-i
irfan üstüne
Hamd ü lillah
geldi mâh-ı Ramazan
Şair Sürûrî ise
minarelerdeki kandilleri, karanlık gecede halka doğru yolu gösteren meşalelere
benzetir:
Her minâre ise
kandîl ile bir meş‘aledir
İtmege togrı yola
halkı hidâyet ramazân
Ramazannâmelerde,
Ramazan gelmeden yapılan hazırlıklardan başlanarak Ramazan ayının sonuna
kadarki süreç her şairin dilinde farklı bir hissiyatla dile getirilir. İlk
sahurdan sonra oruçla mükellef Müslümanları en çok ilgilendiren vakit iftar
vaktidir. Bu sebeple her aile gücü oranında oruçlu kimseleri memnun edecek zenginlikte
bir sofra hazırlamaya gayret eder. Surûrî Efendi iftar vakti erişince çeşit
çeşit nimetlerin sıralandığını, oruçlu olan kimselere Ramazanın bir ziyafet
sunduğunu şu mısralarla dile getirir. Vakt-i iftâr irişüp yine dizildükçe ni’am
/ Ya‘nî sâ’imlere kıldukça ziyâfet ramazân.
Zenginin
de fakirin de huzur ve mutlulukla geçirdiği iftarın ardından müminleri
kaynaştıran bir sevinçli vakit daha erişmektedir: Teravih namazı... Müminler,
iftar sonrası yanlarına çocuklarını da alarak teravih namazını kılmak üzere
camilere akın ederler. Çünkü sohbet-i yaran ve münacat-ı Rahman, Müslümanlara
rahatlık ve zevk vermektedir. Bu zevki Seyyid Vehbî şu şekilde terennüm eder:
Çık terâvîha da
gör râhatı seyr it zevki
Bak ne hengâmeler olur gice
hengâmında
Pandeminin gölgesinde ifa etmeye çalışacağımız bu Ramazanda, ecdadımızın Ramazan coşkusunu yeniden derhatır etme adına divan şairlerinin naif bir mirası olan “Ramazannâme” okumak, gönlümüze sürur vereceği gibi “Ramazan Medeniyeti”nin yeniden inşa ve ihyası üzerine bir kez daha düşünmemize vesile olacaktır.
(Doç. Dr. Mustafa Uğurlu ARSLAN / Dicle Üniversitesi)