Dolar (USD)
32.55
Euro (EUR)
34.88
Gram Altın
2433.32
BIST 100
9645.02
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE


Divan şairleri ile Kudüs yolculuğu

Geh harîm-i Kâ’bede zâ’ir olup geh Taybe’de

Geh varıp Kuds’e tavâf-ı Mescid-i Aksâ idem

(Medhî)

Ey Mirac’ın anahtarı! Siyonizmin gözlerinin önünden ettikleri zulmün pişmalığının Filistin şeridi gibi geçeceği yer. Çocukların ip atlarken, havaya sıçradığı ve yere inemeden vurulduğu topraklar. Kolu kanadı kırılmışlara meleklerin kol kanat olduğu şerefli mekân. Selahaddin Eyyubi’nin emaneti.

Bugün seni, gönlüne her daim misafir eden ve senin kendilerini misafir ettiğin bağrı yanık aşıklarının dili ile der-hatır edeceğiz. Bugün seni kalemle, mısralarla, dualarla, medyamızla, sosyal medyamızla anacak ve unutturmayacağız. Lakin bir gün (çok yakında) oraya gelecek ve o kutlu toprağını öpeceğiz. O gün, bayramımız bayram olacak, miracımız miraç...

XIV. Yüzyılın ilk yarısı... Gönlü aşk dolu bir şair Ahmet Fakih’le başlar yolculuğumuz. Fakih, hac ziyareti için Hicaza gider ve dönüşte Kudüs’e uğrar. İki ay Kudüs’te kalır. Ailesine duyduğu hasret olmasa, bu kutlu yerlerden belki de hiç ayrılmayacaktır. Hac dönüşü kafilenin bir kısmı Kudüs’ü görmeden evlerine döner. Ahmed Fakih ise memleketine dönünce Hacca gidemeyen ve Kudüs’ü göremeyen arkadaşlarına hediye etmek üzere bir eser kaleme alır. Onların da Mekke’yi, Medine’yi ve Kudüs’ü görmelerini arzular. Aşağıdaki mısralarda Ahmed Fakih, Allah’a tevekkül ederek Hac sonrası üşenmeden Kudüs’e doğru yola çıktıklarını, rızkı verenin Allah olduğunu, Rum ile Şam’ı geçip Kudüs’e vardıkları anın heyecanını terennüm eder ve Kudüs’ü cânıyla bir tutar:

Allah bizi göre durur rızkumuzı viri durur

Ne müşerref yire durur i canum Kuds-i mübarek

Hacılar ile koşanduk toprak oluban döşendük

Sanma ki yolda üşendük i canum Kuds-i mübarek

Rum ile Şamı geçdüm Arab illerine düşdüm

Şükür kim sana kavışdum i canum Kuds-i mübarek

Ahmed Fakih, Kudüs’ü ilk gördüğünde onun ihtişamından şaşkınlığını gizleyemez ve asırlar sonrasına şu mısralarla sesini eriştirir:

ʿAcâyib yir imiş Ḳuds-i mübârek/ Yaratmış anı ṣunʿından Tebârek (Mübarek Kudüs, acayip bir yermiş. Yüce Allah onu san’atlı yaratma sıfatıyla yaratmıştır.)

Kudüs yolculuğumuz, XVI. yüzyıl mutasavvıf şairlerinden Mustafa Ma’nevî ile devam eder. O, Kudüs gibi kutsal mekânları dolaşmayan kişilerin dünya zevkinden de mahrum kalacaklarını ifade eder: Ḥarḭm-i Ḳudse maḥrem ola gör Ma’nevḭ yohsa/ Ṭavâf-ı Kudsiyânı olmayan devrânı nʾeylerler (Ey Ma’nevî, Kudüs’e kendine mesken edin. Kutsal bölgeleri gezmeyen kişi dünyayı ne yapsın?]

Ve Süleyman Çelebi... İnsanlığın en şereflisinin göz açıp kapayıncaya kadar Kudüs’e gelişi ile hatırlar bu şehri bize ve Miracı. Müminin miracı olan namazlarımızdan sonra ne kadar hatırlıyoruz Mescid-i Aksa’yı ve oradaki kardeşlerimizi... Tarfetü’l-ʿayn içre sulṭân-ı ümem/ Geldi Ḳudse irdi vü baṣdı ḳadem (İnsanlığın en şereflisi olan o sultan, daha göz yumup açıncaya kadar Kudüs’e gelip ayak bastı.)

Ve yolculuğumuz Kudüs kadısı Allâme Şeyhî ile son bulur... Kudüs kışlarını anlatır bize şair. Beyaz bir Kudüs portresi kadar çarpıcı ve etkileyicidir bu mısralar. Kudüs’te ağaçların üzerine yağan kar, beyaz bir örtü gibi onları sarmalamış ve Kudüs’ü adeta Kabe’de beyaz ihramlara bürünen hacılara döndürmüştür: Harem-i Ka’beye döndü harem-i Kuds-ı şerîf/ Bürünüp hâcı-sıfat her şecer anda ihrâm

Divan şairleri Kudüs’e olan aşklarını anlatırlar ve okuyucuyu orayı görmeye, hadiseleri yerinde idrak etmeye davet ederler. Biz gençlerimizi artık Çanakkale’ye götürdüğümüz kadar Kudüs’e de götürmeliyiz. Kudüs, Çanakkale kadar bizimdir. Bu şuur, genç dimağlara işlenmelidir. Anlatmak istediğimin daha iyi anlaşılması için belki de Çanakkale gazisi, Kudüs Başmüftüsü ve Arap Yüksek Komitesi'nin kurucusu, Kudüslü Emin El-Hüseynî’nin yaşamına bakmak gerekir.