Dişim çok ağrıyor doktorum aman bir çare...
Bu hayatta bazıları para; bazıları hem para, hem insan; bazılarıysa hem para, hem insan, üstüne üstlük anı biriktirir. Son örneğe istisnalar hariç artık pek sık rastlanmaz oldu.
Fakat
İnkılâb Yayınevi’nin Hâtırat Dizisi arasında çıkan “Dişim Çok Ağrıyor Doktor Bey” kitabının sayfalarını çevirmeye
başlayınca insan az istisnası olan örnekle karşı karşıya kalıyor.
Eserin
yazarı aslen Kayserili Diş Tabibi Abdülkerim
Karaağaç bey. Kayseri dedim mi, akla genelde ilk başta para, yani ticaret
gelir. Arkasından ikram severlikleriyle ilişkili olarak tatlı muhabbetleri
devreye girer. Sonrası malum bir şey satacaksa “cık” demek mümkün değildir. Ayağınız alışıverdikten sonra bir
muhabbet başlar ki; ömür boyu değil, nesilden nesile... Nedir bunun esbab-ı
mûcibesi diye soracak olursanız; olsa olsa Ahîlik geleneğinin bereketidir.
Bir
şekilde yolunuzun kesiştiği insan Kayserili diş doktoru ise durum daha da
farklıdır.
Dedik ya, bazıları insan ve anı biriktirir.
Diş Doktoru Abdülkerim Karaağaç da 1955’den beri gönül heybesinde biriktirdiği
insan, anı, bilgi ve tecrübelerini okuruyla paylaşmış. Su misali akan hayatın
içinde hissesine düşenleri kâh ders, kâh nefes vererek aktarmış. Teknolojinin
beynimizi ve ruhumuzu istila ettiği bir dünyada Abdülkerim bey hayatın içinden
anılarını kıssadan hisse tadında kaleme alıvermiş.
Acı
ve tatlıyı böylesine güzel harmanlayan nüktedân insanların nesli maalesef her
geçen gün azalıyor.
***
Abdülkerim
beyin çocukluğuna inip, bilinç altındaki sırra vâkıf olmaya ne dersiniz?..
Bu
sır o kadar etkileyici ki; insan hikâyenin sonunda “verdiğin senindir” derken kalbinden dudaklarına firar eden şu
ifadeyi de eklemekten kendini alamıyor: “Dağ
dağa kavuşmaz, insan insana kavuşurmuş.”
Genellikle
dişçilere ya yüzü asık, ya da şişik insanlar uğrar. İşte yüzü şişmiş birisi
Abdülkerim beyin dişçi koltuğuna oturur, muayenesi yapılır. Reçete yazılırken,
hasta, “doktor bey yüzüme bir daha bakar
mısınız?..” deyince, doktor “Amcacığım,
baktım, muayene ettim, şimdi ilaç yazacağım” cevabını verir.
Hasta,
“Evladım muayene et demedim. Yüzüme bak
dedim...”
Lâ
havle velâ kuvvete illâ billâhil aliyyil azîm...
Abdülkerim
bey bu davranıştan işkillenip, yine para ödememek için uydurulacak hikâyeyle
karşı karşıya olduğu vehmine kapılır. Fakat durum bu defa farklıdır. Bazı
simalar vardır, kalbe yazıldı mı hiç unutulmaz. Kırk beş yıllık öğretmeni,
Abdülkerim beyin simasını unutmamıştır. Dedik ya, “dağ dağa kavuşmaz, insan insana kavuşurmuş.”
Hasta
sonra sözlerine şöyle devam eder, “Hatırlamadın
mı canım, benim güzel yavrum? Kar yağmıştı Yeşilhisar’a, öyle yağmıştı ki, sen
yürürken beline kadar gömülüyordun. Ve o karda senin ayakkabıların yoktu, okula
öyle gelip gidiyordun. Kerim’im canım...”
Diş
hekimi Abdülkerim beyin karşısındaki bazen hatırlayıp dua ettiği Kuddusi
öğretmenden başkası değildir.
Her
şeyi öğreten; en çaresiz durumlarda bile hayata sıkı sıkıya sarılıp ayakta
kaymayı belleten bir sima. “Belki de
ölmüştür” denilmesine rağmen duadan eksik edilmeyen şefkat âbidesi güzel
bir öğretmen.
Birden
bire bütün sırlar aşikâr oluverir... Duygu dolu anlar ve yüreklerin en
derininden gözlere hücum eden yaşlar... Dakikalarca sıkı sıkıya sarılmalar...
*
Ve
ardından anılar tıpkı bir film şeridi gibi akmaya başlar...
Tam
45 yıl önce yine soğuk bir gündü... Kuddusi öğretmen dersi anlatması için
Abdülkerim’i tahtaya davet eder. Fakat Abdülkerim bu davete icabette
isteksizdir. Sinirlenen öğretmen hiddetlenerek, “Tahtaya kalk!..” ısrarını sürdürünce Abdülkerim’in gözleri dolar.
Mecburen kalkar ve usulca yaklaşarak öğretmenin kulağına, “Öğretmenim!.. Ayakkabım yok, tırnaklarım taşlara çarpmaktan kanlar
içinde. Üstelik ayağım da çok kirli, görüyorsunuz. Bu vaziyetimi arkadaşlarımın
görmesinden utanıyorum, o yüzden kalkmak istemedim...” der ve tekrar yerine
oturur. Hayatın biçtiği rol gereği bu defa öğrenci öğretmene unutulması mümkün
olmayan bir ders verir...
Ders
biter, herkes teneffüse çıkar. Abdülkerim’in gözyaşları hıçkıra hıçkıra
dakikalarca sürer. Öğretmen elini cebine götürüp çıkardığı parayı Abdülkerim’e
uzatır, eli havada kalır. Dakikalarca anlatılan bir hikâyeden sonra “Söz veriyorum öğretmenim” denildikten
sonra uzatılan para alınır. (Anlatılan hikâye kısaca; “Sende ilerde iş sahibi olunca borcunu ödeyiverirsin”dir. Nitekim yıllar
sonra kader onları buluşturmuş, öyle de olmuştur.)
Abdülkerim
verilen parayla pazarda en ucuz ayakkabı alır, üzerini de öğretmenine iade
etmek ister. Bu erdemli davranış öğretmene asaletin ne demek olduğunun
tanımlamasını bir kez daha yaptırır.
*
Aradan
tam 45 yıl geçmiştir; Abdülkerim diş hekimi, Kuddusi öğretmen hastadır. Roller
değişmiş bir vaziyette kader onları buluşturmuştur. O zaman utancından ağlayan
Abdülkerim şimdi öğretmenine sarılarak sevincinden gözyaşı akıtmaktadır. (Belki
de vefat etmiştir diye düşünülen ve içi sırlarla bezenmiş buluşmanın ardından
öğretmen Kuddusi Kasalıöz ve öğrenci
Abdülkerim görüşmeleri bir buçuk yıl öncesine kadar devam eder. Kuddusi
öğretmen, yaşayarak kemâle erip, arkasında güzel eserler bırakarak vuslata erer.)
İşte
böyle bir hayat felsefesi ile yoğrulan diş doktoru Abdülkerim Karaağaç’ın
kaleme aldığı “Dişim Çok Ağrıyor Doktor
Bey” kitabı birbirinden ilginç, ilginç olduğu kadar eğitici anıları
kapsıyor.
***
“Diş ağrısı kabir azabı gibidir” derler.
Kabir azabının şiddeti amellere göre değişir, fakat diş ağrısı herkeste
aynıdır. Zenginde de aynı fakirde de, alimde de aynı zalimde de... Dişi
ağrıyanın halinden en iyi kim anlar?.. Tabi ki, tabib anlar. Düşünsenize sizi
azaptan kurtaranın ne kadar kıymetli bir görev icra ettiğini; bu insanların
itikadında problem yoksa cennetliktir.
Fakat
herkes bu gözle bakmıyor tabi; sakallı diş doktoru olur mu efendim!..
Dişi
ağrıyan yarı çıplak bir afet hışımla muayenehaneye dalarak, bütün ağrılarını
unutup Diş Doktoru Abdülkerim beye saydırmaya başlıyor. Aman Allah’ım hangi
çağda yaşıyoruz; ahir zaman çağında.
Adı
Hidayet!.. Fakat Hidayet hanıma
hidayet hiç uğramamış!.. Sakaldan girip, namazdan çıkıyor!.. Karşısındaki taş
olsa çatır çatır çatlar!.. Bereket versin karşısına “sabır küpü” bir insan çıkıyor da olay kavgaya dönüşmüyor.
Abdülkerim
bey, hem Hidayet hanımın dişini, hem de katılaşmış gönlünü yavaş yavaş tedavi
etmeye başlıyor. Anlatıyor, anlatıyor, anlatıyor... Hidayet hanım anlatılanları
dinledikçe yumuşuyor. Nihayetinde hüngür hüngür ağlamaya başlıyor.
Ve
Hidayet hanım saatler sonra hidayete erip iki sıkıntıdan kurtularak yeni bir
hayatın kendine biçtiği imtihanla cedelleşmeye doğru adım atıyor.
Muayenehaneye
vahşice girip, yahşice çıkan Hidayet’in “hidayet”ine
vesile olan Diş Doktoru Abdülkerim bey ise yeni insanlar ve anılar biriktirmek,
dertlere çare üretmek, acıları dindirmek için var gücüyle çalışıyor.
***
Nereden
nereye...
Hasan
Güneş ağabeye uğrayacaksın, sohbetin sonunda eline hiç eskimeyen güzel bir
hediye tutuşturulacak...
Ölüm
uykusundan uyandıran, hayatta olmanın ne büyük nimet olduğunu hatırlatan
hediyenin içine daldıkça vurgun yiyeceksin...
“Bir Diş Hekiminin Not Defteri”nin
sayfalarını çevirdikçe âtiden mâziye gideceksin...
Daha
19’unda kanı deli deli akan bir gencin tahsil için yolunu İstanbul Üniversitesi
Diş Hekimliği Fakültesi’ne düşürdükten sonra, “görünmez bir el”in mânâ aleminde seyr ü sülük eyleyen Mehmed Zahid Kotku isimli Allah dostuna
teslim edişine şahit olacaksın... Hayatın başından sonuna kadar kardeşliğin “peki” demekle kaim olduğunu bir kez daha öğreneceksin...
Gönül
erbâbı, muhabbet ehli insanların gölgelerinde yürüyüp aşk deryasına dalan,
sonra da onlara yazdığın kitapla rahmet okutturan bir hekimin izini
süreceksin...
Yoksa
nereden hatırlayacaktık; en sıkıntılı anlarda âdeta Yusuf’u kuyudan çıkaran bir
el gibi yetişip “acıyla olgunlaşma”nın
ne demek olduğunu hâl diliyle anlatan Prof. Dr. Mahmud Esad Coşan hocaefendiyi... 63’ünde dar-ı bekâya göçen
İstanbul Üniversitesi Tefsir Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Mevlüt Güngör’ü... Ve nereden
hatırlayacaktık; ölümün serzeniş değil, teslimiyet içinde sesleniş olduğunu...
***
Bazen
hidayetlere vesile olan, bazen hoyratlıklara maruz kalan, bazen gönüllere
dokunan, bazen gözleri ıslatan, bazen ruhları inciten hadiseler zinciriyle “o kadar da değil” dedirten olayların
vukû bulduğu sahnelerle okuru baş başa bırakan Abdülkerim bey eserinde sadece
diş değil, gönül doktoru olmanın ne mânâya geldiğini bir kez daha, yine,
yeniden hatırlatıyor... Abdülkerim bey, son sözünde diş sağlığı tavsiyeleri
vermeyi de ihmal etmiyor.
*
Unutmayalım!..
Ne kadar zengin olursak olalım, ne kadar yüksek makamları elde edersek edelim,
ne kadar yaşarsak yaşayalım; bir imtihan gereği olarak “Küllî İrâde”ye teslim olmaktan başka seçeneğimiz yok.
Vesselâm...