Dışarıya çık
Ne zaman bir anlam yakalasak ağrımız çözülüyor. Yaşamak ağrımız... Sancımız neşeleniyor. Gamzemiz dibini yokluyor ve tedavülden kalkış saatini tehir ediyor. Hikmet/anlam olmasa bu ağrıya dayanamazdık. Sığlık olsun demeyen sağlar a hayat tesellisidir hikmet. Yaşamak ağır bir ağrıyken...
Ruhu ruha değirmek ve yeni hortum tutulmuş bir hayatta ıslak terlikler üstünde serinlemek gibi.
Fakat yaşamak kimilerimiz için ağır bir ağrı bile değilse ya? Ya ölümse yaşamak? Birilerimiz için…
Bir bank üstünde soluklanmak üzere oturdum. Bir genç adam, tiner çekiyor, tıpkı bir koğuşta volta atar gibi belli bir mesafe üstünde gidip gelerek bizim hadis olarak bildiğimiz şu cümleyi tekrarlıyordu.
"Az sadaka...(duraksıyor) çok belayı defeder."
Bu cümleyi bir kaç kere tekrar ettikten sonra değiştiriyordu.
" Ne verirsen elinle...(duraksıyor ve bir kaç adım sonra dönüp) o da gelir seninle" diyordu.
Sadakanın bağlılık anlamına geldiğini ve her neyin varsa sınırsızca paylaşmaya meyilli bir cömertliğin kapsamlı ifadesi olduğunu hatırladım. İlgili dokümanlar sayfa sayfa açıldı, ezber veya yorum cümleleri döküldü bir bir içime. Gülümsemek sadakaydı mesela. Hoş söz sadakaydı. Baş okşamak, bildiğini öğretmek, neyin varsa hep bir başka için sarf etmek, harcamak, iyilik için güzellik için saçmak, savurmak, kısmamak, küsmemek... İstemeyi unutmak. Vermeyi öncelemek. Dilenmemek onursuzca.
Muhakkak düştüğü bu durumda önümde volta atan tinercinin de payı var. Fakat ne olursa olsun ”Bunda benim hata payım ne?” sorusuyla didişmek te, sadakaya, değerleri tasdike, bağlılığa dâhildi.
Sonra tabi içime sızan sıcak ve tuzlu cümleler... Hakça paylaşabilseydik varı yoğu diye başlayan.
Doğruldum. Yanına gittim. Genç adamın yüzünde uzak yüzsüzlükleri, kapakları üstüne düşmüş gözlerinde aç gözlülükleri aradım. Belki de dilenen o değildi. Onlardı. Başkalarının hakkına usulünce girenler. Dünyayı bir kendilerine ayıranlar.
Böyle hep derini kazıyor insan. Kalemi taşa değsin, yıldıza vursun istiyor.
Mesela karşıma çıkan bu hüzün; hayatın bizi yoklamasıdır. "Var mısın bu sevdada?" demesi... Nefes bitiği.
Sevinç ise varlıklılık. Nefessiz kalsan da vergili olman.
Fakat herkesin sabır gerektiren şartlardan alınıp, şükür gerektiren şartlara konulması değil mi bizim bütün hikâyemiz? Asıl nefesimiz bu havada, bu oyunda değil mi?
Zaten can ikide Bir'e ayrılmaz mı? Candan içerisiyle. Candan dışarısı... Candan içerisinde ilkönce Rabbin ile "sosyalleşirsin." Sokağa nasıl çıkacağını belirlersiniz. "Seni orada ve her yerde gözetecek ve gözetleyeceğim" der ve özgürce sana bırakır. Kendin ile sonra; sevişir veya didişirsin. İyi biriyken barışır, kötü biriyken küs küs saklanır, çakılır kalırsın. Kendi kendine iyi olamazsın. Olsan kalamazsın. Bir başkası gerek iyi biri olman için. Bir başkası için bir şey yapmış olman gerek…
İçeri aldıkların, kalbinin arka odasına dalabilenler, teklifsizlerin var. Solukların. Rüzgârın olanlar.
Fakat candan dışarıda ise koca toplumun var. Onlara sırt çeviremezsin. Onlara duyarlılığın kendine olan duyarlılığına dâhildir. Çok farklı olsan da aynı dünyadasın. Gidişat ve dümeni birlikte tutuyorsunuz ellerinizde. Yanlış konulara takılıp kalmış, bekleme yapıyor kimileri. Zaman beklemez. Aynılığa takılma. Beş parmağın beşi neden bir olsun? Varsın el olsun. Keşke olabilirse el ele, gönül gönüle olsun.
Dışarı çıktım. Kendimden dışarı… İşte o zaman içerime girebildim. Bir daha düşündüm.
Karar:
Aynı olamasak ta, aynıya yakın olmamız gereken tek konu; maddi şartlarımızdır. Adil dağılım. Maddi refah seviyemizin tutarlılığı ve her fırsatta birbirini nakzetmemesi. İmkânlar, fırsatlar eşitliği... Şartların uçurumuna atılmamalı yoksul insanlar, refahın zirvesinde homurdananlar tarafından. Bu! Bu yahu bu! Püf noktamız. Var veya yok olacağımız mevzu bu.
Bu sağlandıktan sonra farklılıklarımız birbirimize, memleketimize ve hatta dünyaya sürprizlerimiz olacaktır. Üretip ortaya koyduğumuz varlıklarımız. Sancımız ve müjdelerimiz...
Şartları iyileştirilen teşekküre duracaktır. “Nasıl geri dönsem başlamama vesile olana?” diyecektir. İleri dönüşümler, değişimler, iyileşmeler olacaktır.
Dışarıya çık! Sokağa bak! Senin gibi olmayan hayatlara. Keyfin yerinde diye "Adaletin bu mu dünya?" diye sormayı unutma. Sor adaleti. Arkasını ara. Sadece sana geldiyse o adalet değildir.