Dışarıda gurur tablosu, içeride yapılması gereken çok iş var!
Türkiye, bundan yirmi sene önce dışarıda fazla bilinmeyen bir ülkeydi. Yoğun “işçi göçü” verdiğimiz ülkelerin halkları haricindekiler Türkiye’nin varlığından pek de haberdar değildi.
Devlet ve hükümet başkanlarımız da pek tanınmazdı dışarıda.
Ne Fahri Korutürk, ne Turgut Özal, Ne Süleyman Demirel, Ne Ahmet Necdet Sezer, Ne de Bülent Ecevit…
*
Oraların sokaktaki vatandaşları Türkiye’nin başında kimin olduğunu bilmezlerdi.
Hatta, Türkiye’yi cadde ve sokaklarında “develerle” gezilen bir yer olarak tasvir edenler bile vardı.
O zamandan kalma bazı “sokak röportajlarında”, “İsmini duymuştum!” yollu cevaplara da bolca rastlardık.
Bir vakitlerin Türkiye’si, ne bileyim, bugünün Şili’si kadar bir ağırlığa sahipti.
Dünyanın ilgiyle takip ettiği uluslararası toplantılarda da, bizimkilere pek kıymet verilmezdi.
Devletimizin zirvesinde bulunan şahıslar, “Aile Fotoğrafları”nın kıyılarında köşelerinde güç belâ yer bulabilirlerdi.
Bir Başbakanımızın “tek kulağı” çıkmıştı “Liderler Fotoğrafı”nda, o kadar berbat durum.
Zamanın Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı’na ABD’ye giriş kapısında tatbik edilen onur kırıcı muameleyi hiç unutmam.
Biçareyi bir kenara çekmiş, çoraplarını çıkarttırmış, duvara döndürerek arama yapmışlardı ve biz de, o Devlet Bakanı’nın şahsında Türkiye’nin tahkir edilmesine çok sert tepki göstermiştik.
O günlerde öyle bir durum vardı ki, zamanın siyasi iktidarı (korkusundan) bu berbat muameleye pek ses çıkartamamıştı.
Geçmişten nice acı hatıra.
Mesela:
Zamanında, tanklarımızı tamir ettirmek için İsrail’e muhtaç oluşumuza dair nice habere imza atmıştık.
O günlerde Milli Görüş’ün önemli isimlerinden Sayın Veysel Candan ile birlikte bu işin çok üzerine gitmiş, “tank tamir işinin” İsrail’e verilmesine karşı çıkmıştık. Tank tamir işinde bile "İsrail'e bağımlı" olmamıza tepki göstermiştik.
Sayın Candan, “İsrail ile pazarlıkların” arka plânını ısrarla takip etmiş, konuyu Danıştay’a götürmüştü.
Bizler böyle, milli menfaatleri koruyup kollamak için gece gündüz çalışırken, zamanın “hesap sorulamaz” şahıslarından bol bol tehditler alırdık.
Yiğidin bugünkü gibi harman olduğu değil, az bulunduğu günlerdi o günler!
*
O günlerde yurt dışındaki vatandaşlarımız da, buralardan yurt dışına gidenler de çok çirkin muamelelerle karşı karşıya kalırlardı.
Arkalarında “güçlü bir devlet”in varlığını hissetmez, her yerde itilip kakılırlardı.
Ailesi Almanya’da olan bir genç olarak o günleri çok iyi bilirim.
Beni Türkiye’de okutmaya karar veren ebeveynlerim, “Senin de bizim gibi ezilmeni istemiyoruz!” derlerdi.
*
Türkiye’nin dış dünyadaki itibarının geçmişle kıyaslanamayacak kadar fazla olduğu gün gibi ortada.
Bir vakitler Türkiye’nin dünyanın neresinde olduğunu bile bilmeyen “yabancılar”ın kahir ekseriyeti, bugün Türkiye’nin Lideri Recep Tayyip Erdoğan’ı çok iyi biliyor!
*
Bugünkü tabloyu görüyorsunuz:
İki Hıristiyan devlet çatışıyor, Hıristiyanlar birbirlerini katlediyor…
Dünyada o kadar devlet var, Türkiye’den çok daha büyük olan o kadar devlet var ama “barış umudu”nu yeşerten Türkiye oluyor, İstanbul oluyor ve Cumhurbaşkanı Erdoğan oluyor.
Hiç kimse de, “Ya arkadaş, Türkiye’nin ağırlığı, gücü ne ki, bu kadar büyük bir işe girişiyor?” diyemiyor.
*
Bu tablonun pek çok vatandaşımızı heyecanlandırdığını, gururlandırdığını görüyoruz.
Biz de o vatandaşlar arasındayız.
Bugünlerde olan bitenler, Türkiye’nin önündeki fırsat pencerelerinin iyice açıldığını, Türkiye ile iyi geçinmenin bütün devletler için ihtiyaç haline geleceğini düşündürüyor.
Bu da bizim elbette çok hoşumuza gidiyor.
***
BIÇAK SIRTI!
Madalyonun bir yüzü böyle.
Yani, Dışarıda Gurur Tablosu.
Bir de…
İçe dönük taraf var ki…
Oraya da şöyle bir bakmak gerek:
Bazı yorumcular, “Cumhurbaşkanı Erdoğan, Rusya ile Ukrayna’yı barıştırırsa, dünya alem bir araya gelse, seçimi kesinlikle alır!” diyorsa da…
Ben, “Yok, 2023 Seçimi bıçak sırtında!” diyorum.
Dışarıda ne kadar büyük işler yaparsanız yapın…
Memleket’te ne kadar köprü, yol, baraj, hastane yaparsanız yapın…
Sonuçta iş dönüyor dolaşıyor “hane halkı ekonomisi”ne, geçim durumuna, hayat pahallılığına geliyor.
Eğer, yapılan hizmetlerin oy dağılımında çok fazla etkisi olsaydı, CHP pis kokulara mahkûm ettiği İzmir’i her seçimde kazanamaz, AK Parti de çok şeyler verdiği İstanbul’u kaybetmezdi.
Sayın Erdoğan, bir vakitler sık sık “Dün dünde kaldı cancağızım” derdi ya…
Evet, dün dünde kalıyor.
Politikada da, “Dün dündür, bugün de bugün!” gizli kanunu geçerli oluyor.
İki büyük mesele var, siyasi iktidarın aşması gereken:
Birincisi, bu hayat pahalılığı meselesi…
İkincisi, Teşkilât’ın durumu.
Dar gelirliler, ekonomik bakımdan rahatlatılmazlarsa Siyasi İktidar açısından sıkıntılı bir durum ortaya çıkar.
Öte yandan…
Teşkilât heyecanının, motivasyonunun seçim sonuçlarına etkisi de inkâr edilemez.
Sayın Cumhurbaşkanı oradaki eksiklikleri çok iyi bildiği için sürekli olarak ikazlarda bulunuyor Teşkilât mensuplarına.
Hak yemiş olmayalım, Teşkilât’ta son vakitlerde biraz toparlanma var ama muhalefetin bu kadar bilendiği bir süreçte, asla yeterli değil.
Yeterli olmanın çok uzağında.
Bir de şurası var:
Çok güçlü liderlerin olduğu yerlerde, diğer isimler silik kalıyor, etkinlikleri çok sınırlı oluyor.
Bugün, İktidar Kadrosu’ndaki isimlerden kaçı, her gittiği yerde gerçek ve büyük ilgiyle karşılanıyor?
Bir de konuşmalarıyla, tavırlarıyla zarar veren bazı yöneticiler ve üst düzey bürokratlar var.
Burası da ayrı mesele.
*
Evet;
Sayın Erdoğan’ın öncülüğünde dış politikada çok büyük işler yapılıyor.
Savunma sanayii alanındaki hamleler dünyanın dilinde, dost seviniyor, düşman haset ediyor.
Buralar ve Türkiye’nin önündeki fırsatlar, memleketini seven herkesi elbette heyecanlandırıyor.
Bununla birlikte…
Bazı alanlarda, Sayın Erdoğan'ın da rahatsız olduğu anlaşılan dağınıklıklar var.
Bu süreç içinde, dar gelirliler rahatlatılabilirse, teşkilât motive edilebilirse, kızgın demir de biraz soğutulabilirse sonuç “Hepsi birleşse Erdoğan’ı yenemezler!” diyenlerin tahmin ettiği gibi olur.
Ülkemizin yarınlarının güzel olması için dua edelim.