Dirilişle gelen kurtuluş
Bayram Ali Çetinkaya
İnzivayla başlayan nefsin muhasebesi, tefekkür evrenine dalarak tezekkürün yemişlerinden tadarak gerçekleşmektedir. Uzlet, hesaplaşma, fikir ve zikirle olgunluk mertebelerine ulaşan insan, yeniden dirilmeyi beklemektedir. Bu diriliş, sadece bedenin dirilişi değildir. Aynı zaman da aklın, zihnin ve kalbin dirilişidir. Aslında hakikatin keşfidir. Zira diriliş gerçekleşirse, felah ve kurtuluş vaki olacaktır.
Ölümden sonraki dirilme, ahiret, mukadderdir elbette. Yani bedenlerin ruhla buluşması, ‘bâsübâdelmevt’, ebedî hayatın başlangıcıdır. Bu uyku, yarı uyanık (yakaza) halinden Azim olan Allah’la buluşmadır. İşte o zaman uyanış hali gerçekleşmektedir. Vuslatın şerefli olması, Cemil’in Cemal’iyle hakikat kazanır. Cemalullah’ı görmek, işte öte dünyadaki gerçek diriliş budur.
Dünyadaki diriliş, aslında ‘ölmeden ölmek’ üzerine bina edilmiş sezgisel bir haldir. Bunun ruhî boyutları, madde kirinden azâde olmakla zuhur eder. Zira diriliş, kurtuluş demektir. İnananlar bilirler ki, kurtuluş, iki cihan mutluluğunu getirecektir. Bu saadet dünyevî hazlar ve zevkler gibi gelip geçici değildir, ebedîdir ve ruhu dinginliğe ulaştırır.
İslâm filozofu İbn Sînâ’nın, üç önemli eserinin isimlerini Şifâ (eş-Şifâ), Kurtuluş (en-Necât) ve İşaretler ve Tembihler (el-İşârat ve’t-Tenbîhat), şeklinde koyması tesadüf olmasa gerektir. Hakîm Sînâ, nefsin şifasını söyleyerek onun bütün bilgi ve bilimleri elde etmesiyle hakikat âleminde sekînete (dinginliğe) ereceğini düşünür.
Kurtuluş (en-Necât) ile cehaletten, bilgisizlikten, bâtıl ve hurafelerden arınıp felaha ulaşacağını tasavvur eder. Gerçekte Gazâlî’nin, Dalaletten Hidayete (el-Munkız mine’d-Dalâl) eserini yazmasına, belki de bu kitap ilham kaynağı olmuştur. İşaretler ve Tembihler ile İbn Sîna, Allah’ın somut ayetlerini ve işaretlerini kastetmektedir. Bu işaretler, onu, aracısız bir şekilde elde edilen ve manevî ilimleri uyandıran safhaya taşıyacaktır. Nitekim insanın kendisini bilmesi, melekleri bilmesi ve Rabb’ini bilmesi, yani aşkın/görünmeyen âlemdeki kurtuluşunu gerçekleştirecektir.
Süleyman Çelebi, ise medeniyetimize kazandırdığı asıl ismi Vesiletü’n-Necât olan Mevlid-i Şerif’te, zamanındaki bozuk inanç ve hurafelere karşı bir kurtuluş vesilesi ve yolu bulmaya çalışır. Böylece dirilişi, inanç birliğinin korunmasında görür ki, o da insanı ve toplumu felaha götürür. Süleyman Çelebi, Mevlid’indeki şu sözleriyle dirilişle gelen kurtuluşun anahtarının dua olduğunu bize bildirmektedir:
Ger dilersiz bûlâsız oddan necât /Aşk ile derd ile edin es-salat
Ateşten kurtuluş bulalım diliyorsanız eğer/aşkla derdle salavat getirin
Nihayetinde necat; halas ve felaha vesile olur. Aslında buradaki amaç, Hakk’ın rızasını kazanarak selamete ermektir. Bir başka ifadeyle tehlike, sıkıntı, zorluk, esaret karşısında, istilanın utancından kurtuluş, halas, necat, reha ve selamettir.
Dirilişle gelen kurtuluş, Kur’ân’ın işaret ettiği, Ashâb-ı Kehf’i hatırlatır. Onlar ki, yedi veya daha fazla kişiler olarak pagan (putperest) bir topluluk içinde Allah’ın varlığına, yani tevhide ulaşmış diriliş insanlarıydı. Tehdit ve şiddetle inançlarını değiştirmeye çalışan zorbalara karşı tevhid mağarasına sığınmış, yeniden dirilişin gerçekleşmesini 309 yıl bekleyen cesur mü’minlerdi. Onlar ilk dirilişlerini, putperest yönetim ve halka karşı gerçekleştirmiş; ikinci dirilişlerini ise mağarada gerçekleştirmişler; ebedî dirilişlerini ise sonsuz kurtuluş olan ahiret âlemine bırakmışlardır.
Kehf Ashabı’nın kutlu ve nurlu gençleri, diriliş için yalnız değillerdir. Onlar gibi, Ashâbü’r-Rakîm denilen başka gençler de vardır. Bu üç inançlı genç, şiddetli ve yoğun bir yağmurdan dolayı, yine onlar gibi bir mağaraya iltica eden Hîra ve Ashab-ı Sevr’in kardeşleriydiler. Onlar belki de diriliş ordusundan Hira’nın ve Sevr’in öncü habercileriydiler.
Mağara onlar için bir inziva, nefislerini muhasebe ve tefekkür mekânı olur. Üç genç dağdan yuvarlanan kayanın mağaranın ağızını kapatmasıyla birlikte hayatlarıyla hesaplaşmaya başlar. Yaptıkları hayır ve iyilikleri anarak diriliş ve kurtuluş için alemlerin Rabb’ine duaya, yakarışa yönelirler. Anlattıkları her iyilik, kapanan mağaradaki taşı yerinde oynatır ve diriliş gerçekleşir.
İyilikle gelen diriliş, kabul olunan duayla mağaranın ağzındaki büyük kayanın sesler çıkararak yerinden oynayıp tamamen açılmasıyla sonuçlanır. Kehf ve Rakîm Ashabı’nın dirilişleri, insanlığın dirilişidir. Şirk, küfür, fitne, iftira, riya gibi öldüren reziletler, iman, tevhid, vefa, samimiyet, sadakat, adalet ve doğrulukla dirilişi gerçekleştiren erdemlere dönüşür.
Diriliş, Yaratan’ın izniyle, İsa’nın ölüleri diriltmesiyle dünyada gerçekleşir. Bu diriliş, tevhidin, küfre karşı zaferinin dirilişidir. Hakikatte üstünlük, güç ve kudretin dünyevî varlıklarla değil de, mutlak güç sahibi Rahman’ın elinde olduğunu bize hatırlatan bir diriliştir.
Endülüslü İslâm filozofu İbn Tufeyl’in Hayy b. Yakzan (Uyanığın oğlu Diri) felsefî romanı bize tek başına, akıl yoluyla Vahid’e ulaşarak dirilişin nasıl gerçekleştiğini anlatan bir eserdir. Hayy, alemdeki var olanlar (mevcudat) ve olaylar arasındaki ilişkiyi kavramaya çalışan birisidir.
Romandaki bir diğer kahraman Salaman’dır. Bu da Hayy’ın bulunduğu adaya komşu adalardan birinde yaşayan insanların yöneticisi ve siyasî lideridir. Toplumu örf ve adetlerine göre, bir peygamber tarafından tebliğ edilmiş kutsal bir kitabın tespit ettiği dış kurallara (zahire) göre yönetir. Öğrenme yoluyla Allah, peygamber ve diğer metafizik gerçeklikler hakkında bilgi edinir, böylece toplumun bilgilenmesini ve yönetimini sağlar.
Romandaki son şahıs, Asal veya Absal’dır. Bu da Salaman’ın veziri ve müşaviridir. Asal’ı diğerlerinden ayırt eden özelliği, kutsal kitabın zahirine göre edinilen bilgilerle yetinmeyip, onların batınına, iç derinliklerine inmek ve daha öz bilgilere ulaşmasıdır.
Nitekim Asal, bu eğiliminden dolayı görevini, toplumunu ve içinde yaşadığı adayı terk ederek Hayy’ın yaşadığı adaya, onun orada yaşadığını bilmeden gitmiş ve münzevî hayatın içinde elde edeceğini umduğu gerçeklere kendini bırakmıştır. Sonuç olarak Asal, bu hedefine ulaşmış, kendini Hayy’ın hizmetine vermiş ve Hayy’ın gördüğü hakikatlere teslim olmuştur.
Diri anlamındaki Hayy, doğduktan sonra anlatılanlara göre, tıpkı Hz. Musa’nın annesinin Firavun’un şerrinden korumak için bir sepete koyup nehre bıraktığı gibi, suyun akışına terkedilir. Dalgaların sürüklediği sepet içindeki çocuk Hayy, bir adaya ulaşır. Bir başka görüşe göre de Hayy, Hind adalarının birinde annesiz ve babasız olarak havadaki ılımlılık ve yaşlık derecesinin şartları içinde kendiliğinden dünyaya gelmiştir.
İlerlediği bu yolda tüm âlemin bir birlik içinde var olduğunu anlayan Hayy, evrenin ebedîliği hususunda da bir sonuca ulaşır. O, evreni hareket ettiren ve onu ebedîleştiren bir fâilin, bir yaratıcının varlığını anlar. Tüm evrenin ve var olan her şeyin bu yaratıcının, yani Tanrı’nın eseri olduğu neticesine varır.
Kendi kendine gerçeğe ulaşan Hayy, din vasıtasıyla gerçeği tanımışken, sosyal hayatın uygunsuzluklarından kendini sıyırmak için adasını terk ederek ıssız adada sığınak arayan Asal (Absal) ile karşılaşır. Asal, Hayy’a konuşmayı ve din yoluyla ulaştığı hakikatleri öğretir. Dinin tanıttığı hakikatler ile kendi içinde bulduğu hakikatlerin birbirine benzer olduğunun farkına varan Hayy, Asal’a kendi hakikatlerini aktarır. Asal, bunlar karşısında hayranlığını gizlemeyerek kendini Hayy’ın hizmetine verir.
Hayy’ın algıladığı bu hakikatlerin yakın adadaki insanlara aktarılması amacıyla Asal ve Hayy, Salaman’ın yönetimindeki toplumun yaşadığı adaya giderler. Büyük ilgi ve saygı ile karşılanan Hayy, düşüncelerini halka açtıkça toplumun kendisinden uzaklaşmaya başladığını fark eder.
Nihayet o, kendi gerçekleriyle toplumun öğrendiği ve alıştığı hakikatlerin bu ortamda birlikte barınma şansına sahip olmadığını açıkca görür. Halkı kendi hakikatleriyle baş başa bırakmanın daha uygun olacağını kabul ederek oradan ayrılır. Issız adasında Asal ile birlikte inzivaya çekilir.
İbn Tufeyl’in Hayy b. Yakzan romanı da aslında tefekkür, tasavvur, nazar (akıl yürütme) üzerinden hakikate ulaşıp dirilişi gerçekleştirmeyi anlatmaktadır. Bu diriliş, Hayy ile Asal’ı kurtuluşa ulaştıran derin düşünceyle (teemmül) gerçekleşir. Ancak Hayy ve Asal için, nebevî hakikatlerle inşa edilen erdemli bir toplum, tam bir diriliş değildir. Onlar ebedî bir dirilişin peşinde olmak için hakikat yolunda mutlak kurtuluşun arayıcılarıdır.
Şu halde diriliş zamanla mukayyet değildir. Hakk’ın katında zaman, süre ve mühlet yarattıkları için söz konusudur. Diriliş, ataların diniyle, geçmişin masallarıyla gerçekleşmez. İnsan, tabiat ve alemin dirilişi, Yaratan için kolaydır. Ancak insanın, akıl ve kalbiyle yaptığı dirilişi gerçekleştirmesi emek, çile ve gayret gerektirir. Gecenin gündüzü diriltmesi, kışın baharı diriltmesi, gönlün aşkla dirilmesi gibidir. Aşk olmadan diriliş varoluşunu tamamlayamaz.
.